İŞTE FETHULLAH GÜLEN RÖPORTAJI

Fethullah Gülen röportaj açıklamaları bomba gibi açıklamaları.....Zaman Fethullah Gülen röportajı 2014

Gündem 17.03.2014 15:51:36 0
İŞTE FETHULLAH GÜLEN RÖPORTAJI

Fethullah Gülen röportaj açıklamaları bomba gibi açıklamaları.....Zaman Fethullah Gülen röportajı 2014

Gülen, Ekrem Dumanlı`nın sorduğu sorulara verdiği cevaplarla merak edilen noktaları da açığa kavuşturdu. 

Sağduyu ve aklı selim dilinin hakim olduğu röportajdaFethullah Gülen`in sorulara titizlikle cevap verdiği görülüyor. 

Fethullah Gülen ile yapılan bu röportajın tanıtımıgünler öncesinden başlamıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan`ın ve kimi AK Partililerin cemaat hakkındaki sert ve kaba üslupları, Gülen`i açıklama yapmak mecburiyetinde bıraktı. 

Röportaj, Fethullah Gülen`in Pensilanya`da kaldığı evde gerçekleştirildi. Röportajın "günün konusu" olacağı ortada... 

Fethullah Gülen, uzun süren sessizliğine son verdi ve kamuoyunda çok tartışılan konularla ilgili ilk kez konuştu. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasından Ergenekon tahliyelerine, kendisine yöneltilen iftira ve hakaretlerden 30 Mart yerel seçimlerine kadar herkesin merak ettiği sorularıcevapladı. 5 gün sürecek röportajda, Gülen`in Türkiye`nin bu zor döneminde yaşanan hadiseler karşısındaki duygu ve düşüncelerine şahitlik edeceksiniz. 
 ARKA ZEMİN 

Tarihe baktığımızda, onun dönemeçleri veya keskin virajları diyebileceğimiz en kritik zamanlarda bilhassa düşünce sahasında en önemli insanların çıktığını görürüz. 

Misali İslâm dünyasından verecek olursak, bu dünyanın en kritik iki zamanından ilki 11–13`üncü asırlardır ve İslâm tarihinin İmam-ı Gazalî, Fahreddin er-Razi, İbn Sina, Abdülkadir el-Geylanî, Hayat ibn Kays el-Harranî, Ahmet el-Bedevî ve Hasan eş-Şazelî gibi ilim ve maneviyat semasının en parlak yıldızları bu asırlarda yaşamıştır. İslâm dünyasının ikinci en kritik zamanı, bir açıdan 8 asırlık, bir diğer açıdan 13 asırlık bir medeniyetin gurup edip gittiği 19`uncu asrın ikinci yarısı ile 20`nci asrın ilk yarısıdır. Altı asırlık Osmanlı medeniyeti, yine düşünce ve ilim alanlarında en parlak meyvelerini sözgelimi, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Naim, Elmalılı Hamdi Yazır, Filibeli Ahmet Hilmi, Bediüzzaman Said Nursi gibi isimler altında bu dönemde vermiştir. İşte, Fethullah Gülen`i değerlendirirken, dağılan Osmanlı Devleti`nin, tarihe karışan bir medeniyetin merkezinde küller üzerinde ortaya çıkan Türkiye`nin şartlarını nazara almak gerekir. 

İkinci olarak, bir Müslüman sosyologun da temas ettiği üzere, toplum, üç katlı bir piramit gibidir. Alt katta halk kitleleri yer alır; ikinci katta dönemlerini yaşayan aydınlar vardır. Bu aydınlar, ancak kendi zamanlarının sözcüsü veya tahlilcisidirler. Üçüncü ve piramidin zirve katını ise, kendi zamanlarında gerektiğince anlaşılıp takdir edilememiş, fakat gelecek asrı inşa eden aydınlar teşkil eder. Meselâ, Batı`da Bruno, Galile, Newton, Marks gibi aydınlar, bunlardandır. Fethullah Gülen de, bir yanıyla bu tür aydınlardandır ve onun yalnızlığı, anlaşılamazlığı ise ne yazık ki, daha çok kendi ülkesinin dindaşları, Müslümanları arasındadır. 

YİTİRİLMİŞ CENNET İDEALİ 

Hayatını insanlığa "yitirilmiş cennet"inin yeniden kazandırılması idealine adamış bulunan Fethullah Gülen`i anlamak ve tanımak, bir bakıma, onun özellikle kendi ülkesinde ve bilhassa ülkesinin Müslümanları arasındaki yalnızlığını ve anlaşılamaz olmasınıtespitte yatmaktadır. İslâm dünyası, 20`nci asra büyük ölçüde sömürgeler diyarı olarak girdi. Müslümanlar, bu diyarda işgallere ve sömürgecilere karşı"kurtuluş" savaşları verdiler ve bu savaşlarda İslâm, motor rolü oynadı. Diğer yandan, dağılan İslâm hinterlandında çok sayıda millî devletler ortaya çıktı. Bu devletler, en azından bazıları, bir yandan içeride İslâm karşıtı bir politika takip eder ve dolayısıyla kendi halklarıyla karşı karşıya gelirken, diğer yandan, özellikle içeride halk kitleleri tarafından kabul görmek ve onlar nazarında meşruiyetlerini sağlamak için haricî düşmanlar üretme yoluna gittiler. Bunun yanı sıra, millî ideolojiler üretmekten de geri durmadılar. Sözgelimi, Türkiye Cumhuriyeti, hem Batılılaşmayı, "çağdaş Batı medeniyet seviyesine yükselme"yi temel hedef olarak benimserken, özellikle resmî retorikte ve resmî günlerde sürekli Batı düşmanlığı yaptı ve İslâm yerine yeni bir millî ideoloji üretti. Dolayısıyla, Türkiye ve Türkiye gibi devletler, bir yandan yeni ideolojileri ve hedefledikleri çağdaş uygarlık adına İslâm`ı hedefe koyarken, diğer yandan, hem dışarıya dönük olarak ürettikleri düşmanlığa, hem de ideolojilerinin temeli olan milliyetçiliğe İslâm`ı destek ve payanda yapmak yoluna gittiler.Dolayısıyla İslâm, hem haricî işgalcilere ve sömürgecilere karşı verilen savaşlar, hem de içeride millî ideolojileri güçlendirme adına âdeta millî ve kavgacı bir ideolojiye, bir tepki ideolojisine, ayrıca, ekonomik ve siyasî bir sisteme dönüştürüldü; en azından, böyle algılandı.
 
DİNÎ VE İNSANÎ MİSYON
 
Oysa İslâm, her şeyden önce bir dindir. Din, öncelikle ferdin zihnine ve kalbine hitap eder ve onları tatmini hedef alır. Dolayısıyla o, bir din olarak her şeyden evvel ilim, iman ve ibadettir. Kur`ân-ı Kerim`de peygamberlerin misyonlarının veya vazifelerinin anlatıldığı âyetlere (ör. Bakara Sûresi/2: 151) vepeygamberlerin kıssalarına baktığımızda, Din`in üç aslî temelinin olduğunu okuruz: (1) Bütün kâinatı ve hadiseleri Allah`ı tanıtan âyetler (işaretler, deliller) ve İlâhî Kitab`ı kâinat kitabının tercümesi olarak okumak ve böylece objektif ilmî ve imanî gerçeklerle zihni tatmin etmek ve bir Müslüman zihin inşa etmek; (2) kalbi günahlardan arındırmak; bir diğer ifadeyle, nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ve ruhun inkişafını sağlamak; (3) insanlara İlâhî Kitab`ı, hikmeti (Din`in hayata tatbikini ve hayatta temsilini, eşya ve hadiselerin manâsını, Kaderî boyutunu) ve dünya ve Âhiret saadetleri adına ihtiyaçları olan bilgileri öğretmek. Bütün peygamberler, bu üç esas etrafında durmuş, İslâm tarihinde ise bu vazifelerden ilkini (b)ilim adamları, ikincisini Sûfîler, üçüncüsünü, dinî ilimlerin ilk iki vazifenin ifasında da elbette katkıları bulunan âlimleri yerine getirmişlerdir. İşte, yukarıda arzetmeye çalıştığımız ve özellikle günümüzde İslâm adına onun en uzak bulunduğu –ki, Kur`ân`da Allah katında en menfur ve insan varlığıyla asla bağdaşmayacak iki fiilin kan dökme ve bozgunculuk olduğunu okuyoruz (Bakara Sûresi/2: 30)– teröre varıncaya pek çok menfî davranışa sebep ve zemin teşkil eden İslâm anlayışına karşılık Fethullah Gülen, Türkiye`de tanınmaya başladığı ilk günden beri daima "aklın fenlerle, kâinatı ve insanı inceleyen ilimlerle, kalbin dinî ilimlerle ve imanla aydınlanması" ve insanın "öğrenerek ve ibadetle terakkîsi" üzerinde durmuş, bütün söylemini bu temele oturtmuştur. O`nun nerdeyse yarım asırdır resmî vaiz olarak cami kürsülerinden konferans salonlarına, bazı dergilere yazdığı yazılardan sayısı elliyi aşmış kitaplarına baktığımızda, temel olarak hep bu hususların vurgulanageldiğini dinleriz ve okuruz.
 
İLMİN KENDİSİNDE HAL VE AKSİYON OLDUĞU BİR ÂLİM
 
Fethullah Gülen, her şeyden önce bir İslâm âlimidir; fakat o, skolastik bir din âlimi değildir. Gülen, yukarda zikrettiğimiz, peygamberlerin İslâm tarihindeâdeta üç ayrı grup tarafından temsil edilenvazifelerinin üçünü bir bütün halinde birleştirmeyi ve"komple insanlar"ın yetişmesini savunan bir âlimdir. Ayrıca o, çağ ve mevcut şartlar gibi, evrenselliği içinde İslâm`ın bu çağa ve şartlara bakan yanını da çok iyi kavramış bir âlimdir. Dolayısıyla, bir yandan Tefsir, Fıkıh, Hadis, Kelâm, Tasavvuf gibi geleneksel İslâmî ilimleri çalışır ve okuturken, diğer yandan Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Edebiyat, Felsefe gibi beşerî ilim dallarında da derin ve kapsamları okumaları olmasının yanısıra, Fizik, Kimya, Astronomi, Biyoloji, Zooloji, Matematik gibi bilimleri de oturdukları esaslar ve kanunlar temelinde tanıma adına sürekli cehd ortaya koymuş bir âlimdir. Bazı ilim ehli vardır ki, sadece öğrenme ve öğretme adına ilimlerle meşgul olur;fakat, son derece orijinal bir tespit olarak "ilmin hal olması"ndan sözeden Fethullah Gülen, ilmin âdeta insan olarak müşahhaslaşması, insan varlığı ve benliğiyle bütünleşmesi üzerinde dururken, ilmi aynı zamanda aksiyonun temeli ve yol göstericisi olarak değerlendirir. Yeryüzünde bütün yaratılmış varlık mertebelerinin en üstündeki konumu ve mevkiinin insana yüklediği sorumluluğun tam şuurunda olarak iman, ilim ve aksiyonu birleştiren Fethullah Gülen, kendisini insanlığa adamış ve"beklentisiz adanmışlığı" aksiyonuna temel yapmış bir âlimdir.
 
TAMİR VE İNŞA ÇİZGİSİ
 
Fethullah Gülen`in aksiyonunun çizgisi, tahrip ve bozgunculuktan bütünüyle uzak olarak tamamıyla tamir ve inşa üzerine oturur. Dolayısıyla o, kesinlikle başkalarını tenkitle uğraşmaz; "Siz, kendinize, çizginize, nasıl davrandığınıza bakın. Eğer yolunuz doğru, yaptığınız yerinde ise, yanlış yollarda gidenlerin size vereceği bir zarar yoktur." (Mâide Sûresi/5: 105) Kur`ânî düsturdan hareketle, daima kendi yaptığıyla, neyi nasıl yapması gerektiğiyle ilgilenir; yine aynı sebeple, tenkit ve sorgulamaları daima kendisinedir. Gülen`in aksiyonunda bir diğer temel, onun ruhunu tamamen merhamet ve sevginin oluşturmasıdır. Çünkü, her peygamberin, gönderildiği zaman ve şartlarla bağlantılı olarak Cenab-ı Allah (c.c.) ile hususî bir münasebet hattı vardır ve her bir peygamber, bu hattın birinci derecede gerektirdiği sıfatla anılır. Sözgelimi, Hz. İbrahim (a.s.) Halîlullah; Hz. Musa (a.s.) Kelîmullah, Hz. İsa (a.s.) Rûhullah`tır. Fakat, İslâm`ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.),Habîbullah`tır. Aynı zamanda,  Kur`an, Hz. Muhammed`in (s.a.s.) bütün âlemlere başka bir sıfatla değil, ancak bütün varlıklara rahmet olarak gönderildiğini beyan buyurur (Enbiyâ Sûresi/21: 107). Dolayısıyla İslâm, tamamen bir rahmet veya merhamet ve sevgi dinidir. Merhamet ve sevgi, Fethullah Gülen`in düşüncesinde ve aksiyonunda öylesine temel bir yere sahiptir ve onun benliğinde öylesine yer etmiştir ki o, "Hayatımda iki dakika dahi kendim için yaşamadım" der; herkes için gözyaşı döker; ve yine o, "Sonbaharda dalından düşen bir yaprak, bende kolum kopmuşçasına bir acı meydana getirir." der. Fethullah Gülen, yeryüzünü bir kardeşlik beşiği, bütün insanları, Hz. Ali`nin ifadesiyle "ya dinde veya insanlıkta kardeşler" olarak görür ve onlarla böyle bir münasebet içinde olunması gerektiğine kânidir.
 
SEVGİ VE MERHAMET
 
Fethullah Gülen, insanlığın bugününü ve geleceğinitamamen sevgi, merhamet, dolayısıyla müsamaha ve hangi inanç, renk, gelenek, ırk, dil ve coğrafyadan olursa olsun herkesi kendi konumunda kabul edip, herkesle temel insanlık paydasında bir araya gelmede görür. "Düşmanlığa vaktimiz yok; biz, muhabbet fedaileriyiz. Eğer mutlaka bir şeye düşmanlık yapacaksak, bu, düşmanlığa düşmanlık olmalıdır." diyen Fethullah Gülen`in nazarında ve İslâm anlayışında savaş ve cezalandırma, sadece tedavi için olabilir. Vücut için sıhhat esas olup, hastalık arızîdir.Dolayısıyla, tedavî, zâtında bir kötülüktür ve ancak arızî olarak hastalığa yakalanmış vücuda onun tekrar sıhhatine kavuşması için uygulanır. Aynen bunun gibi, toplumda esas olan barış, sulh ve düzendir. Dolayısıyla, savaş ve suç, toplum için arızî birer hastalıktır. Öyleyse, zâtında kötülük olan ceza hukuku ve savaş, aynen hasta bünyeye tedavi uygulamak gibi, toplumlarda ortaya çıkan hastalıkların giderilmesi ve toplumların yeniden sağlığına, barış, sulh ve düzene kavuşması içinuygulanabilir. Bununla birlikte, İslâm ve İslâm`ı anlatma adına, özellikle günümüzde kesinlikle savaş sözkonusu olamaz. Savaşın İslâm içinde, o da tedavi mahiyetindeki yerine ilâveten, İslâm`ın vaz`ettiği savaş hukuku, günümüz şartlarında İslâm adına savaşı imkânsız kılar. Dolayısıyla, bilhassa günümüzde ve gelecekte İslâm adına, tamamen sevgi, merhamet, diyalog ve herkesi kendi konumunda ve insanlık paydasında kabul gibi temeller üzerinde hareket edilebilir.
 
"İNSANLARDAN BİR İNSAN"
 
En az 20 milyon satmış 70`e yakın kitabına, yine milyonlarca kişiye ulaşmış binlerce va`z, sohbet ve konferans kasetlerine ve milyonlarca insanın, etrafında oluşturduğu sevgi ve saygı halesine rağmen, Fethullah Gülen`in belki en hoşlanmadığı şey, övülmesi ve kendisine ilmî–manevî herhangi bir makam, mevki verilmesidir. Tevazu, mahviyet ve hacaleti ahlâkın temeline oturtan Fethullah Gülen, Hz. Ali`nin Peygamber Efendimiz`i tanıtırken söylediği gibi, "insanlar içinde bir insan olma"yı en büyük makam sayar; zaten kendisi de şöyle der: "Hak`tan bir lâhza gafil olma! Ve, insanlar içinde insanlardan bir insan ol..!"



İŞTE O RÖPORTAJ 

Son dönemde zat-ı âliniz hakkında akla hayale gelmeyen yalan ve iftiralar atıldı. Ağır sözler kullanıldı. Bu ithamlara sizin tabirinizle sükût durdunuz, cevap vermediniz? 

Elbette çok üzüldüm, canım sıkıldı. Ellerindeki hangi delile dayanarak bunları kendilerinden emin bir şekilde telaffuz ediyorlar, doğrusu çözemedim. Burada ifadeden kaçınacağım o galiz tabirleri, atf-ı cürümleri, mü’minlere karşı ehl-i küfrün bile tarih boyunca kullandığını hatırlamıyorum. Kullananlara asla yakıştıramadım. Yalan söylüyorlar demeyeceğim. Hilâf-ı vâki hususlarla insanları yanıltıyorlar demeyi tercih edeceğim. Ama şöyle teselli buldum kendi kendime: Her dönemde, hususiyle fitne zamanlarında, insanlar karalanmış, mü’minlerin onuruyla oynanmış, bu arada mevzuun künhüne vakıf olamayan insanlar da o günaha, bilerek-bilmeyerek, ortak olmuştur. Biz kimiz ki... Aişe Validemize asr-ı saadette iftira atanlar oldu. Daha ötesi, mülhidler Allah’a iftiralar attılar. Kur’an’da kaç yerde bu iftiralardan bahsediliyor. Hâşâ, “Allah evlât edindi”; hâşâ “Melekler Allah’ın kızlarıdır” diyorlar. Cenab-ı Hakk’a karşı nâbecâ-nâsezâ bu ifadeler benim her zaman rikkatime dokunur. Şimdi bunu Allah’a, peygamberlere, Cenab-ı Hakk’ın veli kullarına yapmışlar. Sonra günümüzde bir kısım müminler benim gibi bir kıtmire yapmış. ‘Çok mu?’ diyor ve teselli oluyorum… 

Herkes kendi karakterinin gereğini yerine getirir. Zulmetme kabiliyeti olanlar zulmederler. Sizin üslubunuzda ısıran dişler olmadığı için ısıramazsınız. Böylesi daha iyi. Varsın onlar zulmetsinler, zulme devam etsinler, biz de temkin ve teyakkuz içinde istidadı olanlara Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretini dileyelim, yanlış yolda yürümeden onları kurtarmasını isteyelim. İftiraya maruz kalma, komplolarla karşılaşma her zaman bu yolunyolcularının kaderi olmuştur ve olmaya da devam edecek. Zaman içinde basiret ve feraset her şeyi silip-süpürüp atmıştır. Basiret karşısında, hiçbir komplo, hiçbir iftira tutunamaz. Keşke bu komplo ve vehimlere kendilerini kaptıranlar gittikleri yolu Kur’an ve sünnetin ışığında gözden geçirmeyi bir deneselerdi... 

Fethullah Gülen`in yakınları memleketleri Erzurum`da basın açıklaması yaptı. Erzurum Polat Rönesans Otel`de yapılan toplantıdaki açıklamayı Fethullah Gülen`in yeğeni,Samanyolu Haber sunucu Kemal Gülen yaptı. Gülen`in yakınları; Başbakan`ı üslubundan ötürü eleştirdi.  

Kemal Gülen, "Bugüne kadar suküneti tercih ettik bundan sonra da tercih edeceğiz" dedi. 

KEMAL GÜLEN ŞUNLARI SÖYLEDİ: 

"Bizleri bugün yanlız bırakmadığınız için bu yapacağımız açıklamayı Türkiye ile ve dünya ile buluşturmak için gelen basın mensuplarına teşekkür ediyorum. 

Aslında biz ilk defa böyle bir program yapmıyoruz. Farklı zamanlarda zeminlerde geçmiş zamanlarda yaptık. 

Bu aile buluşmalarımızın amacı aile meselelerini görüşmek ve çözüm bulmak aile içi ilişkilerimizi gözden geçirmek akraba hukukunu anlamak aktarmak derinleştirmek ve evlatlarımıza daha iyi bir geleceği nasıl kurabiliriz bu meseleleri görüşmek oldu. 

Ramazan`da Kurban`da mesire yerinde bir araya geldik. Devamlı iyi bir mümin olarak temsile layık yaşayabilmek için görüşmeler yaptık. 

Bir araya gelişlerimiz Allah rızısa için oldu. 

İçimiz yanıyor özellikle birkaç aydır Türkiye`de farklı gündemler var. Ailemizi ilgilendiren gündemler var. Bunlar Hocaefendi ile ilgilidir. Biraz kırgınız incindik. Sükuneti sürdüreceğiz. 

Demokratik haklarımızı kullanarak sessiz kalmadığımızı aile büyüğümüzün Fethullah Gülen Hocaefendi`ninyanında olduğumuzu duyurmak istedik. 

Hocaefendi cibili olarak nesabi olarak ailemizin bir ferdi bir bireyi. Ondan öte büyüğü rehberidir. Dünya çapında yaptıklarıyla bütün millete ait oldu. Onun himmeti milletidir. 

Son dönemdeki hakaretlere maruz kaldık ki bekledik ki hocamıza birileri sahip çıksın her şehirden ses yükselsin. 50 yıldır dünyanın dört bir tarafından hizmet eden Hocamıza destek versin. 

Biz de bu gün bu hakikatleri aile fertleri olarak dile getirmek istedik. Bugüne kadar neden bir araya gelmek istediniz diyebilirsiniz. Hocaefendi bugüne kadar ön plana çıkmayı istemedi. Aile de onlara dualarıyla destekverdi. Onları alkışladı yüreklendirdi. Ancak bu kadar hakaret, zulümden sonra sessiz kalmamayı buradan birşeyler söylemeyi hissettik

Söz konusu hocaefendi olunca sizin huzurunuzda çıkmak istedik. Dilerseniz aile büyüklerini tanıyorsunuz. Erzurum`dan ve başka şehirden gelen büyüklerimiz var. 

Burada Seyfullah Gülen, Mesih Gülen, Kutbettin Gülen, Salih Gülen, Kız kardeşi Fazilet Korucuk bulunuyor ve Nurhayat Halamız hasta olduğu için gelemedi. 

Bu girizgahtı asıl açıklamayı birazdan yapacağız. 

Ülkemizde bir süredir muhterem büyüğümüz Hocaefendi ve onun teşvikleriyle oluşan hizmet hareti hakkında iftiralar sürüyor. 

Alim, hareket hakkında bu denli karalama kampanyasına şahit olmadık. Bunu kınıyor ve hakkın adaletine havale ediyoruz. 

Bütün bu nefret söylemlerinden duyarlı her vatandaş gibi derinden etkileniyoruz. inciniyoruz. İnsf izan sahibi insanların da kabul edeceği gibi hocaefendi ülkemizin nadir yetiştirdiği insanlardan birisi. Gizlisi saklısı olmayan abide şahsiyettir. İlim peygamber sahabe sevgisine herkes sahittir. Kendisini dine islama ve millete adaması ve kul hakkına olan hassasiyiteni biliyoruz. Küçük yaşlarından itibaren ibadet ve ilime olan düşkünlüğü sade hayatıyla hepimize örnek ve manevi bir rehberdir. 

Hayatını emrenonulduğu üzere dosdoğru ol üzerine kurdu. Sessizliğini fırsat bilenlerin hedefe koymasını bu hak dostunu üzenleri ilahi adalete havale ediyoruz. 

Ailemizin kökleri muhterem hocamızın dedeleri değerli şahsiyetlerdir. Hocaefendi`nin manevi dünyası ilmi bu hak dostlarını görerek şekillendi. 

Hocaefendi Erzurum`un en meşhur hocadalarından dersler aldı. Ömrünü kitaplar arasında geçiren 70`den fazla eseri fikir aksiyon hayatı ile üniversitelerde ders kitabı olarak okutuluyor. Aile büyüğümüz adına üniversitelerde kürsüler kuruldu. 

Biz ailesi olarak okumanın gerekliliğini anladık. Onun teşvikiyle üniversiteye gittik. Hocaefendi`ye yapılan haksızlık karşısında `susan şeytan olmak istemiyoruz` bugün. 

Hocaefendi bütün ömrünü dikkatle yaşadı. Kur`an ve sünnete bağlı yaşadı. Bize de misal oldu. Son derece mütevazi olarak yaşadığını cümle alem biliyor biz de bunun şahidiyiz. O hayatını bavula sığdırmasaydı binlerce insan hizmet kervanına katılır mıydı? Hayır. 

Dünyadan ve dünyalıktan başka düşünemeyenler bunu anlayamaz. Hocaefendi`nin dünyaca tanınıp bilinmesine rağmen ne kardeşleri ne akrabaları bu nüfuuzundan nemalanmadılar. İstifade etmeyi düşünmediler. Kardeşlerinin ve yakınlarının sade yaşamı buna delildir. 

Hocaefendi`de onun rehberliğindeki hizmet hereketi de bizden dolayı mahcup olmadı inşallah mahcup olmayacaktır. 

Herkes hepimiz kendi yağında kavrulacak dişini sıkacak ama inşallah milletimizin hüsnü zannını boşa çıkarmayacağız. Bir lokma bir hırka yaşamayanlar Hocaefendi`ye çamur atmaya çalışıyorlar. 

Son birkaç aydır yürütülen iftira yalan kampanyaları bizlerin yüreklerini dağladı. Kullardan vefa beklemeyi bile Allah`a karşı vefasızlık sayan büyüğümüz haşhaşı işi boş alim müsveddesi hakaretlere maruz bırakıldı. Bir de bu hakaretleri insan haklarını ağzına sakız yapılan siyasiler tarafından yapılmıyor mu? İşte bunlar bizi yaralıyor. 

Hırsızlık ayyuka çıkmamış adalet sistemi yerlerde sürünmek zorunda bırakılmamış gibi bunları görmezden gelerek sadece Hocaefendi`yi aile büyüğümüzü suçlamak karşısında dehşete düşüyoruz. 

Bin ömrüm olsa Peygamber Efendimiz`in (sas) saçının bir tek teline feda olsun demeyi bile başka yere çekiyorlar. 

O evlenmedi o kendi ifadesiyle bütün ömrünü Allah`A adamak istiyordu. Ne var bunda. Bazı peygamberler de evlenmemiş. Dine diyanete millete hizmet için gençlerin halinde anlamak için illa da evlenmek şart mıdır? Biz evladımıza ondan isim istiyoruz. Aslında hepimiz onun evladıyız. Sadece biz değil Asya`da Afrika Amerika`da binler evladı var. Bunlar stadyumları dolduruyor. Hocamıza dua ediyorlar. Biz de dua kervanına katılıyor onu ve onun gibi yürüyenleri koruyacağını haykırıyoruz. 

Bazı siyasetçiler ve medya kuruluşlarının hakaret dozlarını artırdığını görüyoruz. YAkınları olarak son derece müteessiriz. Ne muhtıra dönemlerinde 28 şubat benzeri dönemlerde Hocaefendi`nin manevi şahsiteyi böyle çirkin saldırıya maruz kalmadı. 

Ne yazıkkı salonu dolduran meslektaşları tarafından sessiz kaldı. Hala bir açıklama yapılmadı ilim adamları tarafından. Bizde ilim adamlarını ve ilahiyatçıları anlamıyoruz. Onun sahibi Allah`tır ve karamsarlığa düşmüyoruz. 

Elmasa çamur atsalar elmas değerinden birşey kaybetmez. Yakınları olarak hep bir ağızdan iftira ve hakaretlere karşı kollarımızı açıyor insafa davet ediyoruz. 

Seçilme zorluğunu yaşamadan bakan koltuğuna oturan bir Erzurumlu bir politikacı hemde bu şehirde muhterem büyüğümüzü kasdederek 50 yıllık hizmet hayatında Hocaefendi`yi takip eden bir işaretiyle Allah rızasıyla yollara düşen insanlara ve bizlere hakaret etmesini içimize sindiremiyoruz. Kem göz sahibine ait diye bu sözleri sahibine iade ediyoruz. 

Neden ülkene gemmiyorsun diye çağrı yapıyorlar. Buradan sesleniyoruz Hocam gelip gelmeme sizin takdirinizde siz nerede olursanız olun akrabalarınız sizin yanınızda olacak hayır dualarla anacak ve hayır dualarınızı bekleyeceğiz. 

Çok üzüldük kalbimiz kırıldı ama kimseyi incitecek kıracak değiliz. Sövene dilsiz dövene elsiz gerek. Öyle olacağız. öyle olmak için gayret edeceğiz. 

Ülkemiz zor dönemdeng eçiyor. Sokağın tahrikine gelmemeliyiz. Biz hocamızın ümit veren sözlerine bakarak `ülkemizin geleceği parlak, bugünler de geride kalacak` diyoruz. 

Bizim maksadığmıız bir araya gelişteki amacımız tartışmalara yeni bir cephe açmak değil." 


Sıkça müracaat ettiğiniz şu mısralar bugünü izah etmeye kâfi midir? “Dost bî-vefa felek bî-rahm devran bî-sukûn / Dert çok hem-derd yok düşman kavî tali’ zebûn...” (Fuzuli) 

Arkadaşlarımızın neredeyse tamamı vefalarını ortaya koydu. Hatta onca tezvirata rağmen arkadaşlarımız, dostlarımız arasında sarsıntı neredeyse hiç yaşanmadı. Ne var ki gönül, herkesin kendi kamet-ü kıymetinedenk davranmasını istiyor. Bazen bu beklenti tastamam tahakkuk etmiyor. 

Yaşını başını almış, güngörmüş bazı kadim dostlarımızın hakperestlik adına ortaya çıkıp bir şeyler demesini beklemeye hakkımız var mı bilemiyorum. Ancak en azından şunu demekle iktifa edeyim: İyi gün dostu olmayı bazı insanlara yakıştıramadım. 

Fakir için canını vermeye hazır olduğunu söyleyen bir insan vardı. 12 Mart’tan sonra hapisten çıktık, Bozyaka Yurdu’nu yeni yapıyorduk, bunları tamamlayalım dedim. “Hocam, Allah aşkına beni karıştırmayın!” demişti. Böyle çetin dönemlerde savrulmamak çok önemli. Herkes karakteri kadar. Gönül koymamalı, kim başını öne eğecek kim mahcup olacak zaten öbür dünyada belli olacak. Biz ahiret için bunlara katlanıyoruz. Biz ebediyete talibiz. Ebediyete talipseniz ‘dünya-yı dûn’a teveccühe değmez. 

Biz, bize olan hakkı helal ettik. Yedi cihan duysun. Ama tecavüz edilen şeylerde dinin hakkı varsa, mukaddes emanetin hakkı varsa, onu elbette sahibi sorar. Hiç ummadığı yerde mütecaviz, tepetaklak olur. Onu da istemeyiz aslında çünkü insanın gönlü gül gibi olmalı. Beyanı da gül gibi olmalı ki, gezdiği yerlerde ıtriyat koksun. 


Darbelerde gördüğümüzden on kat fazla zulüm var 

28 Şubat’ın en önemli mağdurlarından birisiniz. Tarihin görmediği bir medya lincinin akabinde hakkınızda dava açıldı ve 8 yıl yargılandınız. Varlıklarını size karşıtlık üzerine bina eden bir grup, 28 Şubat’a destek verdiğinizi iddia ederek yeni mağduriyetlere kapı açmaya çalışıyor. Bugün de aynı şeyi tekrar yaşıyorum hissine kapılıyor musunuz? 

Bu türlü bir cendereyi defalarca yaşadık. 12 Mart Muhtırası’nda ‘devlete sızmak’ suçlamasıyla 6 buçuk ay hapis... 163. madde o günlerde, rahmetli Özal kaldırıncaya kadar bir giyotin gibi Müslümanların başındaydı. 12 Eylül’de (1980) 6 sene bir şakî gibi takip edildim. Baskınlar yapıldı. Arkadaşlarımız taciz edildi. Bir açıdan baktığımızda darbe ve tarassut altında yaşamak bir hayat tarzı haline geldi. Şu an gördüğümüz şey askerî darbelerde gördüğümüzden 10 kat daha fazladır... 

Her şeye rağmen müşteki değilim. Bu defa sivillerin eliyle, aynı kıbleye yöneldiğimizi düşündüğümüz insanlar tarafından benzer bir muameleye uğruyoruz. Bunun ekstra acısı olmadığını söylemek hilâf-ı vaki beyan olur. Ama “Bu da geçer ya Hû” deyip sabretmekten başka bir şey elimizden gelmiyor. 

Fethullah Gülen, neden hiç evlenmediğini ve çocuksuz oluşunu Herkul.org sitesnde yayınlanan bir sohbetinde dile getirdi. Fethullah Gülen`in neden evlenmediğini merak edenlerin sayısı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın Gülen`in çocuğu olmayışını eleştirmesiyle daha da arttı. Bu haberde Fethullah Gülen`in neden evlenmediğini açıkladığı sohbetinden bir kesit yayınlandı. 

Fethullah Gülen neden hiç evlilik yapmadığını şu sözlerle açıkladı: "Aslında şahsım adına bir endişe duymadım. Çünkü beni dünyaya bağlayacak hiç bir şeyim yok. Bunları dersem biraz iddia gibi olur. Bir dikilitaşım, çoluğum çocuğum olmadı. Ben bunları mensup olduğum, gönlümü verdiğim davama düşünceme hep aykırı saydım..." 

28 Şubat’ta daha büyük antidemokratik hadiselerin zuhur etmemesi için çırpındım 

Sizin 28 Şubat döneminin başbakanı Necmettin Erbakan ve hükümetin süreci yönetmesiyle ilgili eleştirileriniz hatırlatılıyor. Ve darbeye destek verdiğiniz iddia ediliyor... 

Refah Partisi’nin seçimlerden birinci çıkmasıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde bir hareketlenme olduğu hemen herkesin şahit olduğu bir husustu. Bulutlar toplanmaya başlamıştı ama henüz fırtınaya dönüşmemişti. Ankara’da rahmetli Yavuz Gökmen ve Fehmi (Koru) Bey’i hatırlıyorum. Fatih (Çekirge) Bey vardı. O arkadaşlarla da bu his ve duyumlarımı paylaştım. Çok haksız ve seviyesiz tepkilere muhatap oldum. Halbuki başkaları da vardı tehlikeyi gören. Susurluk Skandalı’yla birlikte oluşan toplumsal tepkiyi kendi hesabına değerlendirenler darbeyi fiiliyata koyduğunda iş işten geçmişti. Susurluk’la ilgili MİT’in hazırladığı rapora son anda fakirin ismini eklemişlerdi. Bunun kimlerin eliyle yapıldığını sonraları duysam da mü’minleri tân etmedim, içime gömdüm. Sonra 28 Şubat yaşandı. Ve o malum bildirinin ikinci maddesi, okulların Tevhid-i Tedrisat çerçevesinde devletleştirilmesini talep ediyordu. Gerilimin had safhaya çıktığı o dönemde milletimiz adına en az zararla kurtulmanın yollarını ararken birçok insan gibi erken bir seçimin çare olabileceğini telaffuz ettim. Yeni bir seçim kanunu ile erken seçime gidilmesi gerektiğini dile getirdim. Bunu sadece fakir söylemedi; Korkut Özal başta olmak üzere birçok isim de aynı kanaati ifade etti. Hatta o gün hükümeti destekleyenlerden de böyle düşünen ve manşet atanlar vardı. Arşivlere girilirse kimin ne söyleyip yazdığı görülür. 

Şu husus da vardı. Ülkede oluşan darbe havasını o günün Çalışma Bakanı rahmetli Necati Çelik Bey’e anlattım. Şahitlerim de var. Alaeddin Kaya Bey ve Melih Nural Bey o görüşmede beraberdiler. “Hükümeti bertaraf etmeyi planlıyorlar...” dedim. Anti-demokratik bir hadisenin zuhur etmemesi için çırpınıyordum. Necati Bey  endişelerimi heyecanla dinledi, kalktı gitti. Rahmetli Erbakan Hoca’ya durumu nakletmiş. Fakat oradan ‘hadisenin önüne geçelim’ şeklinde bir yaklaşım sergilenmedi. 

Tansu (Çiller) Hanım’a da yaklaşan tehlikeyi anlatmaya çalıştım, olumsuz gelişmeleri naklettim. Tansu Hanım, “Hocam, itidalli olalım” deyince üzüldüm. Teferruata girmedim. Kimseye bir şey anlatamadığımı görünce, günümüzde yakın coğrafyamızda yaşanan hadiselere benzer bir hadisenin önüne geçebilmek için bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. 

“Erken seçim” oyunları bozabilirdi 

Kimseye ‘beceremediniz’ demek haddim değil. Herkese, hele de milleti temsil konumunda olanlara belli bir hürmeti muhafaza ettiğime herkes şahittir. O gün Hz. Ebubekir ve  Ömer bin Abdülaziz gibi büyük kametlerden örnekler vererek idareden çekilmenin zül olarak addedilemeyeceğini anlatmaya çalıştım. Eğer sine-i millete dönmek daha büyük badireleri önleyecekse -ki bu 27 Mayıs için, 12 Eylül için de söylenebilir- tercih edilmeli. Nitekim 27 Nisan Muhtırası’ndan sonra AK Parti hükümeti, bir hafta içinde erken seçim kararı alarak bu badireyi atlatmıştı. 28 Şubat’a benzer usullerle devrilmeye çalışılan iktidar, sine-i millete dönerek, sandığı ortaya getirerek oyunu bozmuştu. Benim de söylediğim buydu: “Seçim kanununu değiştirerek ülkeyi erken seçime götürün.” 

Şunu arz etmede fayda mülâhaza ediyorum. O günkü Susurluk Raporu’na ve 28 Şubat Bildirisi’ne iyi bakılırsa, cuntanın öncelikli hedeflerinden birinin bu Hareket olduğu görülür. Sonra yaşadıklarımız, niyetin tahakkuk ettirilmesiydi. Bunun aksini iddia etmek insafa sığmaz, hakikate de münafi. 

İzah edilemeyen her şeyi Cemaat’e yıkmak gibi bir refleks var 

Daha önceki görüşmelerimizde “Cemaat Fenerbahçe’yi ele geçiriyor...” iddialarını tuhaf karşıladığınızı, bunu anlamakta zorlandığınızı  ifade etmiştiniz. Ortaya çıkan yeni bilgiler çerçevesinde bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Evet. Fenerbahçe güzide bir kulübümüz. Müşahede ettiğim kadarıyla yönetimi, seyircisi ve taraftarıyla çok ciddi bir kenetlenme içinde. Bu imrendirici bir durum. Bundan kim rahatsız olur ki? Ben Galatasaray, Avrupa’da muvaffak olduğunda çok sevinmiş iftihar etmiştim. Gönül ister ki Beşiktaş, Trabzonspor ve diğer takımlarımız da başarılarına yeni başarılar ilave etsin. Dünyada kendinden söz ettirsin. Fenerbahçe’yi ele geçirme, Galatasaray’ı ele geçirme gibi teşebbüsleri siyaset harici emellerle nasıl izah edeceksiniz? Kamuoyuna izah edilemeyen her hususu Cemaat’e yıkma, kendini temize çıkarma gibi bir refleks var. Şimdi ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında bunun da bir iftira olduğu anlaşıldı. 

‘Kumpas’ lafzı, bir ayak oyunuydu 

Başta Ergenekon davası olmak üzere toplum tarafından yakinen takip edilen davalarda geniş çaplı tahliyeler yaşandı. Nasıl değerlendirirsiniz? 

Kanun nizam ne gerektiriyorsa hukuk ve yasalar ne diyorsa, onun yanında oluruz. Kumpas lafzı, bir ayak oyunuydu. Kendi yaptıklarını Cemaat’e fatura etmeye kalktılar. Bir kişi için Meclis’i toplayıp yasa çıkardılar. Aynı duyarlılığı bu insanlar için de gösterebilirlerdi. Tahliye başka, yargı süreci başka. Yargılanmaları devam ediyor. Hukukun kararını saygıyla karşılamak lazım. Biz hep hukuktan yana, evrensel değerlerden yana olduk. Yine öyle olacağız. En zor anlarda taarruza maruz kaldığımızda bile hukuka saygıda kusur etmemek lazım. 

Fethullah Gülen, 16 yıl aradan sonra ilk televizyon mülakatını BBC`ye verdi. Gülen Pensilvanya`daki inziva merkezinde, yolsuzluk operasyonu, Hizmet hareketi, Kürt meselesi, Alevilerle ilişkiler, Mavi Marmara ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`e gönderdiği mektup konularında sorularımızı yanıtladı. 

Fethullah Gülen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için, "Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar… Bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı" dedi. Ancak Gülen "İcabında sükût dururuz." diyerek uzlaşmaya açık olduğumesajını da verdi. 

Gülen, Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan`la ya da "dağdakilerle" müzakereye karşı olmadığını belirtti. 

Cami-Cemevi projesi konusunda "Bunun Türkiye`deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir." diye konuşan Gülen, Alevilere Diyanet`e tanınan imkânların tanınması gerektiğini vurguladı. 

28 Şubat döneminde Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir`e Hizmet okullarının gerekirse devredilebileceğini söylediğini belirten Gülen, aynı teklifi Erdoğan hükümetine de yaptığı söyledi ve "Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler." dedi. 

Gülen, röportajda, 2014 seçimlerindeki olası tutumlarıyla ilgili olarak ise, "Kim hak hukuk karsısında dik duruyorsa, sağlam duruyor ise, kim demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"- eğer bir şey diyeceksem böyle derim. Onu da diyeyim mi, demeyeyim mi düşüneceğim. Ona oyunuzu verin diyebilirim yani." şeklinde konuştu. 

Güney Yıldız: AK Parti hükümeti Hizmet hareketiyle bağlantılı polislere ve savcılara yönelik bir tasfiye hareketi yürüttüğünü ifade ediyor. Bu sizi endişelendiriyor mu? Devlet içindeki bu tasfiyeler hareketinize ne kadar zarar veriyor?
Her yanlışlık bizi rahatsız edebilir. Ama tasfiyeye tabi tuttukları, tayin ettikleri her kişi cemaatten demek doğru değil.
O insanların içinde zannediyorum sosyal demokratlar var, milliyetçiler var, ulusalcılar var. Ve bir de elimizde değil, "sakın, zinhar, bize karşı sempati duymayın, bizim hizmetimizin içinde, hareketimizin içinde görünmeyin diye ilan vermek gibi bir sorumluluğumuz yok. 

Sempati duyabilirler. Başka zaman da ifade ettiğim gibi, şimdi bunların sağa sola savurdukları insanların binde birini tanımam. Mübalağa yapmıyorum burada, çünkü Allah bunun hesabını sorar benden. 

Sonradan bu ortaya da çıkabilir, bu insanlar, savcısı, hâkimi, emniyetçisi, yerlerine dönmek istedikleri zaman herhalde orijinlerini ortaya koyacaklardır. 

"Ben şu çizgide bir insanım, şöyle düşünüyorum" diyeceklerdir. O zaman biz utanmayacağız, belki başkaları utanacak. Burada kurunun yanında yaşın yanması gibi, Türk atasözüdür bu. Zannediyorum onlar da vicdanlarıyla böyle yüz yüze gelince, kendilerini hesaba çekeceklerdir. 

`Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor` 

BBC: Hizmet hareketinin yaklaşık 50 yıllık tarihinde yaşadığı en zor dönemin bu dönem olduğu fikrine katılıyor musunuz? Geçmişte Said-i Nursi`nin tek parti döneminde yaşadıklarıyla paralellik görüyor musunuz?

Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor. Bu bizim kabahatimiz olabilir. Bir de inancım o benim; bu yaşadıklarımızı Cenab-ı Allah`ın bizi cezalandırması şeklinde değerlendiriyorum. Siz Bediuzzaman`dan bahsettiniz; o bir yerde diyor ki `Ben bunca zaman bana çektirenlerin hikmetini şimdi anlıyorum. Benim suçum Hizmeti Kur`aniyyeyi maddi manevi terakkiyatima alet etmekliğimmiş" der. Oysaki yapılan şeyler sadece Allah rızası için ihlasla yapılmalı. Ve yapılan şeyler insanlığa bir şeyler kazandırmalı. İnsanlık ondan bir şey kazanmalı.
Havada uçmak, suda batmadan gitmek için insan kendisini dine diyanete verirse şayet o da yine ihlasa muhalif bir tavır ve davranış olduğundan dolayı Allah cezalandırır. 

Bir ayette denir ki "Sana gelen her iyilik Allah`tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir." Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi. Ama bu onların doğru yaptığı anlamına gelmez. Allah onlara da hesabını sorar bu yaptıklarının. 

"Yolsuzluk olduğu muhakkak… kimsenin değiştirmeye gücü yetmez" 

BBC: Türkiye`deki yolsuzluk operasyonu ve bunun etrafında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neresinden başlayayım bilemiyorum da… Bir yolsuzluk olduğu muhakkak. Bunu herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas derlerdi. Halktan, okumuş insanlara, elite kadar herkes hemen meselenin mahiyetini görüyor, biliyor. Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez.
Fakat bir rahatsızlık vardı herhalde, cemaate karşı bir rahatsızlık vardı. Bu vesile ittihaz edildi. Esas o işi yapan hâkimler ve savcılar sağa sola savruldular. 

`Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturdu`
O insanlar geriye dönerken herhalde orijinlerini ortaya koyarak döneceklerdir. Bunların içinde milliyetçilerden insanlar olacaktır, mesela MHP`den insanlar olduğu ortaya çıkacaktır, hâkimden, savcıdan, polisten. Ulusalcılardan insanlar olduğu ortaya çıkacaktır. 

Ama meseleyi biraz büyük göstermek, böyle yer yere nüfuz etmiş, her yere sirayet etmiş, tamamen bunların dedikleri gibi, alternatif bir devlet gibi, paralel bir devlet gibi falan, meseleyi gösterme adına, böyle bu savurdukları insanların hepsinin aynı düşünceyi aynı duyguyu paylaştığını iddia ettiler. 

`Hareketi olduğundan büyük gösteriyorlar`
Biraz büyük gösterme, biraz kendi tabanlarını koparma, koparmaya çalışma, harekete karşı rahatsızlıklarını, böyle bir fırsat zuhur edince, ortaya çıkınca, değerlendirme gibi bir şey oldu zannediyorum.
Belki onlar da bir gün nadim olup ağlayacaklar buna, pişmanlıklarını ifade edecekler.
Daha önce de başımıza gelen şeylerden dolayı belki yüz tane insan emaille, "Ne olur hakkınızı helal edin, size karşı haksızlık yaptık" dediler.
Askeri dönemlerde de oldu bu, başka yine böyle herkesi vesayetleri altına almak isteyen insanlar tarafından da oldu.
Tarihi tekerrürler devr-ü daimi içinde hep olageldi bunlar, hususiyle yakın zamanda.
Pişman olanlar olacak, sözlerini tashih etmeye çalışacaklar, fakat şu anda mesele bu istikamette gelişiyor. Bir de medyada da yandaş olanlar var, taraftar olanlar var, onlar da bazı meseleleri çarpıtıyorlar. 

`Türkiye`ye de kaybettiriyor` 

Yine ben buradaydım, Haziran fırtınası diyoruz, 1999 yılıydı, medya aynı şeyi yaptı, 7-8 sene o mahkeme devam etti, ondan sonra beraat alındı. Temyiz de tasdik etti onu. 

Bu konuyla alakalı burada bir akademisyen esasen bir kitap hazırladı, yazdı. Hatta benim unuttuğum yerleri bile o çok canlı olarak o kitapta ifade etti. Yani o türlü hadiseler hep olageldi. Bu da onlardan bir tanesi. 

Bundan sonra da yine olacağa benzer. Ama bu olan şeyler bir yönüyle Türkiye`ye de kaybettiriyor zannediyorum. Amerika Birleşik Devletleri`nin bakışına, Avrupa Parlamentosu`nun bakışına olumsuz şekilde aksedecektir bunlar. 

Çünkü anti-demokratik şeyler yapılıyor. Hukuka aykırı şeyler yapılıyor. Bunu hemen herkes söylüyor şimdilerde. 

Ama bu mesele hemen böyle çabuk düzelebilir mi? Yeniden iş rayına oturtulabilir mi? 

İnsaflı olmaya bağlı, fakir, ben, birazda rahatsızlığım sebebiyle bu mevzuda, müdafaa sadedinde hiçbir şey söylemedim. Hiç bir şey söylememeye de kararlıyım bu mevzuda. 

Belki bazı arkadaşlar sadece hukuki ifade ile tavzihler, tashihler, belki tekzipler yapıyorlar. Kendileri de işin içinde mütalaa edilenler bunu yapıyorlar ama ben o mevzuda bir fikirde bulunmadım, bir mütalaada bulunmadım. Böyle davranmaya da devam edeceğim. Evet, bir şey konuşmayacağım. 

BBC: Hareketinizi "paralel bir devlet" oluşturmakla suçlayan yalnızca Başbakan Erdoğan değil, başka kesimler de bu iddiaları dile getiriyor ve sizin bir çeşit talimatınız olmadıkça yolsuzluk operasyonu gibi bir operasyonun başlamayacağını söylüyorlar.
Bu medyaya da düştü, kendileri de biliyorlar. 8-10 ay evvel Milli İstihbarat haber vermiş. Milli istihbarat, Sayın Başbakan`ın emrinde çalışan bir müsteşarlık, haber vermiş. Bu araştırmalar yapılıyormuş, tespitler yapılmış, şimdiye kadar yapılageldiği şekilde onlar böyle bir operasyonda bulunmuşlar. 

Burada bir hususu izah edeyim ben, müsaadenizle.

Bir arkadaşımız geçen gün bir şey anlattı: "Ben bir caddede gidiyordum arabayla, kırmızı ışıkta durdum sonra arkadan gelen, hızlı gelen bir polis arabası benim arabama çarptı, arkadan. Sonra geldi üzerime yürüdü benim. Ne diye durdun ben de geldim çarptım. Ben de ona dedim ki, kırmızı ışıkta durmanın kaldırıldığına dair bir kanun bilmiyordum, ben onun için durdum. Kusura bakmayın yanlış yaptık." 

`Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturuyor` 

Böyle rüşvetler, irtikâplar, ihtilaslar, bu mevzuda adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar bunlar şimdiye kadar hep suç sayılıyormuş.
Dolayısıyla, yani kendilerine böyle bir şey verilmiş, siz başkalarının üzerine gidin bu mevzuda, bilmeyerek onlar da, biraz evvel bahsettiğim gibi, gayri mütecanis o yapı, adli yapı, emniyet yapısı, bunların üzerine gitmişler.
Bilememişler yani o mevzuda bunların suç olmaktan çıkarıldığını bilememişler ve yapmışlar bu meseleyi. 

Bu onları rahatsız ettiğinden dolayı. Dolayısıyla sadece paralel devlet üzerinde duruldu. Yapılan esasen o mesavi diyebileceğimiz, o kötülükler diyebileceğimiz, rüşvetler, ihaleye fesat karıştırmalar, onlardan hiç bahsedilmiyor yani. Onlar, olağan bir şey gibi gösterilmeye çalışılıyor. 

`Getirdikleri insanları gönderdiler, bunları da gönderirler`
Benden emir almaları mümkün değil yani, Türkiye`de her yerde, her şehirde, nerede böyle bir hadise çıktıysa hemen polisin üzerine, orada savcının üzerine, hâkimin üzerine yürüdüler.
Onları kaldırıp attılar, daha evvel de öyle bir şey yapmışlardı. Bunlar getirdikleri insanlar.
Zannediyorum, bunlar da bir şey yapsalar, bunlar da gider, yine başkalarını getirirler. Bu açıdan, öyle bir karmaşa söz konusu zannediyorum.
Benimle alakası yok bu meselenin. Başka vesilelerle de arz ettiğim gibi, ben o işi yapan insanların, operasyonlara giren insanların binde birini bile tanımıyorum. Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. 

`Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem` 

BBC: Sıklıkla hareketinizi siyasetten uzak tutma isteğinizden söz ediyorsunuz. Son dönemde giderek siyasi tartışmaların odağı haline gelmesi sürecinde pişmanlık duyduğunuz bir durum ya da hareket oldu mu?
Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem. Onu tenkit sayılacak şeyler aklıma geldiğinde istiğfar eder.
Biraz önce söylediğim mülahazalara bağlayarak Rabbimizle münasebetimizi tam tutamadığımızdan dolayı, Allah başkalarının eliyle cezalandırıyor bizi.
Hadis diye rivayet edilen bir söz var; "Zalim Allah`ın kılıcıdır. Allah onunla intikam alır sonra döner ondan da intikam alır."
Pişmanlık değil ama bu vesile ile kendimizle yüzleşebiliyorsak.. Hazret-i Ömer`e nispet edilen bir söz var: "Hesap faslı gelmeden kendinizle yüzleşin, hesaplaşın." Meseleye biraz böyle bakıyorum. Bu, arkadaşlarımızın yaptıkları her şey milimi milimine doğruydu demek değil yani. 

BBC: AK Parti iktidarının önemli bir dönemi boyunca, bu parti ile ortak bir zemin bulup, belirli düzeylerde desteklediniz. Daha sonraki dönemde ise Kürt meselesinin çözüm süreci ve Mavi Marmara olayı dolayısıyla İsrail ile ilişkiler üzerinden ayrıştığınız ayrımlara gidildiği değerlendirmeleri yapılıyor.
Hiçbir siyasi partiyle hiçbir zaman bütün bütün aynı çizgide olmadık. Hangi parti olursa olsun, yani bu MHP de olabilir, CHP de olabilir, AK Parti de olabilir, DYP de olabilir, ANAP da olabilir; bu iki parti bugün yok gibi.
Bunların isabetli işlerini, yerinde işlerini desteklemek insani bir vazife gibi geldi bize hep. Nitekim referandumda ben şimdiye kadar hiçbir zaman demediğim bir şeyi dedim. Bu demokratik bir açılımdır. Demokratik bir referandumdur. Bu mevzuda herkes `Evet` demeli. 

`Demokrasi desteğime karşı kıyamet kopardılar` 

O hâkimler kurulu, HSYK falan, demokratik bir çerçevede bir şekil almalı. 

Evet, bunu burada sadece söylemedim; 20 sene evvel demokrasi geriye dönüşü olmayan bir vetiredir, süreçtir dediğimde, bugün aleyhte yazıp çizen insanlar o zaman da yine kıyamet kopardılar: "Ne demek yani, Müslümanlıkla demokrasinin ne alakası var?" diye. Sonra daha ötesini de dediler onlar. Kendileri daha ötesini dediler, her şey de olabilir dediler. 

Bu açıdan böyle aynı çizgiyi paylaşma demek değil. Ama onların makul bir yanları varsa, hukuk adına makul bir yanları varsa, demokratik açıdan makul yanları varsa, millet hizmet etme gibi bir yanları varsa, çevreleriyle iyi münasebet kurma adına pozitif saydığımız bir yanları varsa, bu hususlarda müşterek gibi görünebiliriz, aynı karede görünebiliriz. 

Oy vermenin dışında da bizim hiçbir siyasi partiyle alakamız olmadı. Böyle derken belki sempati duyan iki tane insan, kendileri istemişlerdir de iki tane insan girmiştir o partinin içine. Yoksa başka kişiler de yönlendirilebilir. O partinin omurgasını teşkil ederdi bugün. Çok farklı sesler olabilirdi orada. Ama öyle bir arzumuz olmadı. 

`Kürt meselesinde sürece biz onlardan evvel destek verdik`

İkincisi bu Kürt meselesinde, o sürece biz onlardan evvel destek verdik. Yani, Fakir`in yaptığı şey sadece bir teşviktir, teşvikten ibarettir. 

Kendilerine bu mevzuda yazılı bir kısım dokümanlar da arz etmiştim. Yani, oraya, o bölgeye sahip çıkılması lazım. Eğitim adına sahip çıkılması lazım, sağlık adına sahip çıkılması lazım, ilahiyat adına, camilerin imamları müezzinleri adına sahip çıkılması lazım, emniyet teşkilatı adına sahip çıkılması lazım. 

Siz sahip çıkmazsanız, şimdiye kadar bir kısım gadre uğradı o insanlar, bu meseleyi büyüterek gelecek nesillere intikal ettirirler. Fakat iltifat edilmedi bu meselelere. 

Belki on küsur sene oldu, bu mevzuda biz tekliflerimizi onlardan evvel sunduk. Onlar bu mevzuda bir şey yapmayınca; fakir, bilmiyorum arkadaşların, dostların, muhiblerin, sempatizanların neler yaptığını bilmiyorum.
Ama o bölgede okullar açıldı. Okuma salonları açıldı. Bir yönüyle dağa gitmenin yolu eğitimle kesilmeye çalışıldı. Bunlar yapıldı. 

Fakat her nedense karalama adına yine surecin aleyhinde gibi gösterdiler. Katiyyen ve katibeten. Ama, meseleye yaklaşımı keyfiyeti farklıydı. Biz eğitimle çözelim, vifak ve ittifakı temin etmek suretiyle çözelim. Aynı zamanda fakirliği gidermekle oralarda yatırım yapmakla o meseleyi çözelim ve büyük ölçüde de oldu bu. 

Sadece Türkiye`nin içinde değil Kuzey Irak`ta da oldu. Bunu yaptılar. Ben gitmedim görmedim ama yapılan şeyler dillere destan denebilecek mahiyette. 

Onun orada hareket dedikleri camiaya karşı esasen bir iftira var. Haksız bir tecavüz var, bir saldırı var. O mevzuda da öyle düşündük, öyle olmasını isabetli gördük. 

Bütün dünyaya karşı Hz. Mevlana gibi, yani bir ayağımız işin merkezinde, kendi düşünce dünyamızda, mefkuremizde, gayeyi hayalimizde. Bir değer taraftan da bütün insanlığa sevgiyle açılma. Genel felsefemiz bu. 

Yakından fakiri tanıyanlar bilirler. Daha sonra devlet o işe sahip çıktı belki ama. Fakat Türkiye`de sağa - sola savrulmuş, atılmış, Ortodokslarla, Ermenilerle defaatle bir araya geldik. Aynı sofrada aynı çanağa kaşık çaldık, onlarla. İlk defa Cenab-ı Hakk`ın lütuf etmesiyle o kapı, arkadaşlarımız, dostlarımız taraftarlarımız tarafından açıldı. 

`İsrail`i milletimize tercih etmiyoruz` 

Bazı meselelerde İsrail`le müşterek Orta Doğu projesi falan falan diyorlar. Belki oradaki Haham`la görüşmüşüzdür, 500. Yüzyıl Vakfı`nın Başkanı bir zamanlar Pinto idi, onunla görüşmüşüzdür. İshak Alaton var, samimi.
Hareketin yurt dışında yaptığı şeyleri takdirle karşılayan, hatta burada da bazı problemlerin üzerine giden insanlar. Onlar da yaptıkları bu şeyleri biraz insanî değerlere bağlı olarak yaptılar. 

Bu kadar münasebet, buna kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur zannediyorum. 

İsrail yanlısı gibi gösterme, tamamen onları kendi milletimize tercih ediyor gibi gösterme, buna dair bir şey yok. Bir insan olarak onları da kabul etme, insanlığın iftihar tablosunun yaptığı gibi kabul etme ayrı mesele. 

Mavi Marmara açıklaması
Ama meseleyi Mavi Marmara`ya dayandırıyorlar. Röportajdan son bir iki soru sordular bana, `bunu nasıl görüyorsunuz?`. Ben dedim ki: "Keşke diplomasi sonuna kadar kullanılsaydı, kaba kuvvetle işin üzerine gidilmeseydi. Bunlar değişik problemlere, sosyal problemlere sebebiyet verir, komplikasyonlara sebebiyet verir." 

Burada mesele gazeteye nasıl manşet yaptı bilemiyorum. O Türkiye`de farklı şekilde değerlendirildi. Yani, kendi insanımızın aleyhine başkalarının yanında yerini alma gibi bir şey. 

Fakat bir probleme meydan vermemek için esasen öyle bir mülahaza arz ettim. 

Bugün de olsa yine aynı şeyi arz ederim. Diplomasi sonuna kadar kullanılmalı bence. Kan dökmeye, insanlara kıymaya, insanları cepheye sürmeye gitmemek lazım. Mülahazamdı. Herhalde o irtibatı da, o iltisaki da biraz o mülahazaya bağlıyorlar. 

BBC: Kürt sorunuyla ilgili belki fikirlerinizi daha netleştirmeniz açısından bir soru daha sormak istiyorum. Kürt meselesinin çözümüyle ilgili biz daha önce harekete geçtik, okullar açtık dediniz. Fakat daha sonrasında, o günlerde buna iltifat edilmediğini söylediniz. Fakat daha sonrasında, özellikle son dört beş yılda, birincisi KCK soruşturmaları, ikincisi Oslo görüşmelerinin sızdırılması konusu, daha sonra da bu 7 Şubat`ta MİT`e yönelik yapılan operasyon, bunlar hep size mal edildi. Siz bir mülakatınızda, Kürtçe anadilin tartışılmaması gerektiğini söylediniz. Sizin özellikle karşı olduğunuz şey örgütle yapılan müzakereler konusu mu?
Örgütle müzakere yapılabilir, bir beis görmüyoruz onda. Fakat devletin, itibarı onuru korunarak yapılmalı. Öyle yaparsanız yarın tarih ona, "paralel yapı budur" der. 

Yani onlarla görüşürseniz "paralel yapı budur" der. Bir şey diyemem ben ona, yani işte çocuk katili falan dediler, terörist dediler. Devlet de yakalarken zaten bir terörist olarak yakaladı Türkiye`ye getirttirdi. O günkü mahkemeler onu içeriye attı, bu iktidar yoktu o zaman daha evvelkiler içeriye attılar. 

Aleyhinde bir şeyimiz olmadı da fakat onları şu anda da aleyhte belli tavırları var. 

Ve Türkiye`de ki mevcut idare de zannediyorum gelecekleri adına o bölge insani ile iyi geçinme, şirin geçinme, onların gücünü de arkalarına alma adına o meseleyi de yine cemaat, camia, hareket dedikleri kesime fatura etmek için öyle bir gayret içine girdiler. 

`Öcalan`la ve dağdakilerle görüşmenin karşısında değiliz` 

Açıktan açığa ben hiç bir şey söylemedim, fakat bir dönemde terörist ilan ettikleri, müebbet hapse mahkûm ettikleri hatta idamı söz konusu olduğu zannediyorum. 

Avrupa Birliği`nin o mevzuda kati bir tavrı olduğundan dolayı böyle bir şeye gidilmedi. Hatta MHP`nin tavrı da oydu, AKP`nin tavrı da belki de oydu geldikten sonra. 

Fakat sonra hangi mülahazaya binaen bilemiyorum onlara şirin görünmek suretiyle bölgede, öylede de dersem suizan olabilir seçime matuf bir tavır olabilir yani. 

Aslında Türkiye Cumhuriyeti Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Abhazasıyla bir millet yani, Anadolu insanı diyoruz, hatta çok defa o tabiri kullanıyoruz. 

Birlik ve beraberlik adına, terminolojide bu da çok önemli bir şey ifade ediyor. Ne Oslo görüşmesi, ne PKK`nın adadaki insanıyla görüşme mevzuu, ne dağdakilerle görüşme mevzuu, onun karşısında olmadık. 

Fakir`in yine yakın zamanda bir mülakat münasebetiyle, söylediğim dediğim bir şey oldu, "Sulh esastır, anlaşma esastır" dedik. Bunlara saygı duyan insanlar da belki o toplum içinde yüzde 80`dir. 

Bunları istemeyen sadece dağdaki insanlardır. İran`ın tesirinde olan insanlar, Suriye`nin tesirinde olan insanlardır. Bunlar rahatsızlık duyuyor, yani Cemil Bayık rahatsızlık duyuyor, Fehman Hüseyin rahatsızlık duyuyordur. 

İran`daki PJAK`ın içindeki insanlar bunlardan rahatsızlık duyuyorlardır. 

Yani ne diye, işte onlar da aynı şeyi söylüyordur: "Asimile etmek istiyorsunuz Kürtleri." Oysaki fakir, hem dedim, hem de tavsiye ettim, fakirle görüşen insanlara hep, televizyonda Kürtçe dersi verilmesi, onlara bakan öyle bir televizyon kanalının açılması. 

Aynı zamanda Kürtçe`nin seçmeli bir ders olarak okullarda okutulması, üniversitelerde okutulması. Yani yapılması gerekli olan bu makul şeylerin hepsi söylendi tarafımızdan. Bunları toplasak belki bir mücellit olur. 

Fakat nedense, onlara karşı da, hareketi ve hizmeti böyle kötü göstermek adına, sürecin karşısında gibi hep belli bir kesimde, bir medyada öyle işlendi mesela. 

Bizim orada Kürt vatandaşlara karsı yaptığımız şeylerden dolayı Öcalan`ın rahatsızlığı vardı yani okuma salonlarından kültür lokallerinden dağa gitmenin önünü kesme adına, orada ki o fakir insanlara çıkma adına rahatsızlıkları vardı. 

Dağın da rahatsızlığı vardı, Suriye`dekilerin, PYD`nin de rahatsızlığı vardı. İran`daki PJAK`ın da rahatsızlığı vardı bu mevzuda. 

Dağın yolu kesilmesin istiyorlardı ve milletin, Kürt-Türk birliği ve bütünlüğü adına ve ittifakı adına yapılan şeylerden rahatsızlık duyuyorlardı. 

Türk milletine karşı hep böyle kin ve nefret olsun, katiyen uzlaştırıcı barıştırıcı bir şey olmasın rahatsızlığı vardı.

BBC: Seçim dönemi, Türkiye`de olsanız AK Parti için ya da Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması durumunda Erdoğan için oy kullanır mıydınız?
Hayatımda şimdiye kadar bir kere oy kullanmak nasip oldu. Ya içerdeydim, ya kaçıyordum veya o haklardan mahrum edildiğim dönemdeydim, bir kere oy kullandım. O da merhum Turgut Özal İzmir`den adaylığını koymuştu milletvekilliğine. O zaman Necmettin Erbakan`ın partisinden koymuşlardı. 

Bir de benim Edirne`de imamlık yaptığım dönemde, oranın müftüsü olan Yaşar Tunagür önemli bir simaydı. İkisi de İzmir`den adaylıklarını koymuşlardı. 

Ben sadece o zaman oy kullandım. Onlar için oyumu kullandım. Sonra nasip olmadı yani. Oy kullanma aleyhinde olmadım. Kullanmama gibi bir şey yapmadım. O demokratik bir haktır. Herkesin de kullanmasını arzu ederim. 

Şimdi de ben o mevzuda referandum da olduğu gibi bir şey söyleme niyetinde değilim. O farklı bir şeydi. 

Belki bir şey desem şöyle derim, "Kim hak hukuk karsısında dik duruyorsa, sağlam ise, sağlam duruyor ise, kim demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"- eğer bir şey diyeceksem böyle derim. 

Hani onu da diyeyim mi, demeyeyim mi düşüneceğim. Efendim ona oyunuzu verin diyebilirim yani. 

Ve bu parti seçme mevzu, insanların o mevzuda ferasetlerine, kiyasetlerine kendi akıllarına ve mantıklarına karşı hakaret sayarım onu. Herkes her şeyi ayan beyan görüyor yani. Tercihte onları birine yönlendirmeye zorlama gibi bir tavrım olmaz. 

BBC: Uluslararası düzeyde inançlar arası diyalogdan söz ediyorsunuz ancak Türkiye`de Sünnilerle Aleviler arasında da büyük uçurumlar var. Sizin Cemevi-Cami birlikteliği projesinden ilk söz edişiniz sanırım 1995`li yıllara rastlıyor. Ancak projenin uygulamaya geçirildiği dönemde Alevilerin bazı kesimlerinde güçlü bir asimilasyon kaygısı dile getirildi. Alevilerin bu kaygılarına nasıl cevap verebilirsiniz?
Herkes öyle düşünmüyor zannediyorum. O meseleyi takdirle karşılayan insanlar da var.
Hususiyle Türkiye`deki önemli böyle bilinen Aleviler, Profesör İzzettin Doğan Bey gibi. Onunla eski yıllarda tanıştık görüştük. Ben kendilerini ziyarete gittim evlerine, o bize geldi. Öyle bir meselenin problem olabileceğini bir gün, ta o zamanlar düşündük. 

Bunun Türkiye`deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir. Fakat çokları tasvip ettiler bu meseleyi.
Asimilasyon mevzuunu bazıları dillendirdiler. Bu dillendirenler arasında bazen Hazreti Ali`yi tanımayanlar var ki bunlara Ali`siz Aleviler deniyor genelde. Yani "Ali sembolik bir kahraman, bazı şeylere başkaldırmış, bundan dolayı da takdir edilecek bir insan. 

Ama Ali Müslümandı, Ali`nin dini düşüncesi şuydu buydu gibi meseleler bunlar bizi çok alakadar etmez" diyenler büyük ölçüde karşı çıktılar.
Zannediyorum bir gün onlar da pişman olacaklar. Cami-Cemevi meselesi katiyen kimsenin kimseyi asimile etmesi gibi bir meseleye binaen yapılmadı. 

Ancak, senelerden beri, yani Sünnilere bazı şeyler telkin edildi. Aleviler, hâşâ yamyamlar gibi sizi yiyecekler, Alevilere de öyle telkin edildi, Sünniler sizi yamyam gibi yiyecekler dediler. 

Türkiye`de 38`li, 39`lu yıllarda, onlara karşı, Dersim hadisesi münasebetiyle devletin de öyle bir tavrı olduğundan dolayı, o travmayla, bu ortada gezen nesepsiz sözler düşünceler kabul edildi, kabul gördü. 

İnsanlar böyle, Cami`de isteyen gider namaz kılar, Cemevi`ne de giderler onlar semah yaparlar. Çıktıkları yerde ortak bir mekânda bazen yemek yerler, çay içerler, bahçede otururlar ve herkes birbirini yemediğini görür orada.
O yeme meselesi şuur altı müktesebat meselesi haline gelmiş yani. Onun rüyaları görülerek oturuluyor kalkılıyor gibi, onu biraz zaman gösterecek. 

`Alevilere Diyanet`e tanınan imkânlar tanınmalı` 

Kaldı ki, 15- 20 yıl evvel, o Cami ve Cemevi meselesi zaten olmuş. Türkiye`de bunu medya da verdi. Yani yeni bir şey değil. Ama bu medyatik bir konu oldu, belki onun da faydası vardı.
Eşi yapılabilirdi bunun yani, Ankara`da olduysa bu, İzmir`de de olacaktır, İstanbul`da da olacaktır. Yoğunlukla Alevi vatandaşlarımızın bulunduğu yerlerde olacaktır.
Bunlara Diyanet camiasına tanınan imkânlar da tanınacaktır, yani o mülahazalarla oldu. Dedeler gelsin o işin başına onlara maaş bağlansın.
Onlar kendi değerlerini, orada yaşasın ve temsil etsinler. Sünniler de kendi değerlerini temsil etsinler. O kardeşliği böyle fiilen tesis etmeye matuf bir hamleydi. Kimsenin asimilasyon diye bir düşüncesi yok.

Fethullah Gülen`in `haftalık sohbetlerini` yaptığı salonlardan biri.
Bir de Alevi, Alevi olunca yani, Hazret-i Ali`ye karşı sempati duyulunca. Bazen, İran esasen, Persler bu meseleye sahip çıktılar. Türkiye`den insanları Kum`a götürdüler. 

Türkiye`ye bunlardan dönen insanlar, Türk milletine karşı esasen, içlerinde bazıları bir düşmanlık duymaya başladı. Anadolu`nun Alevi`si başkadır, onlar Şii. Ayrı, ama Türkiye`deki Aleviler, bizim geçmişten bin-iki bin yıllık geleneklerimize saygılı Aleviler bunlar. 

Kendilerine göre, ibadet veya işte ayin, Mevlana`nın seması gibi onların da Semahı var. Bunları çok ayrılık sebebi saymamak lazım, bunları saygıyla karşılamak lazım.
Bu vehimlere, paranoyalara gelince, onu zaman gösterecek yani, kimsenin kimseyi asimile etme gibi bir amacının olmadığını zaman gösterecek. 

BBC: Hizmet hareketinin amaçlarıyla ilgili, şeffaf olmamasına yönelik bazı iddialar var. Bunu açmak için, sizin nasıl bir Türkiye vizyonunuz var? Türkiye merkezli düşünürsek, sizce Türkiye`nin en acil sorunları neler ve nasıl çözümler öneriyorsunuz?
Belki en acil sorunlar, şu anda da yine gündemdeki yerini koruyan ihtilaflar, iftiraklardır. Bu ta Meşrutiyet yıllarında Büyük İnsan (Said-i Nursi) tarafından söylenmiş.
Yani bizim üç tane rahatsızlığımız var. Bir: manasız, mantıksız, mesnedi olmayan, sağlam blokaja oturmayan, farklı düşünceler, birbirini yemeye matuf düşünceler. Bu bir hastalık, bu hastalığın giderilmesi lazım. 

Cami-Cemevi ile giderilecekse onu yapacaksınız, Türk-Kürt meselesinde şayet kendinizi anlatmak suretiyle eğitim faaliyetleriyle, onları başkalarının Türkiye`yi bölmek ve parçalamak isteyen insanların tesirinden kurtarmak suretiyle olacaksa şayet öyle yapacaksınız. 

Fakirlik mevzuu, bu da yine, ta o yıllarda, meşrutiyet yıllarında söylenmiş, bunun giderilmesi lazım, bu da bir hastalıktır.
Bir de cehalet mevzuu, bu üç şeye karşı, o Büyük Zat ta o zaman, bir yönüyle bir savaş ilan edilmesini söylemiş.
Bu açıdan, günümüzde de yani o meselenin değişmediği kanaatindeyim, yine ihtilaflar var, yine cehalet var, problem bunlar. Yine fakirlik var. Bir kesim eziliyor ve bütün bunlar değerlendiriliyor, bir manada değerlendiriliyor.
Şimdi misyon olarak, belki şartların ve konjonktürün tesiriyle belki bazı yöntemlerde, bazı argümanları kullanmakta farklılık olabilir. O zamanlar, okuma salonu, kültür lokali, okul düşünülmemiş olabilir.
Ama şimdi günümüzün şartları neyi gerektiriyorsa şayet o istikamette bir şeyler yapma. Bize gelince fakirinki sadece teşvikten ibaret olmuştur. 

Rusya çözüldüğü zaman, orada, bizim bir sürü Orta Asya`da soydaşlarımız var. Bizim kökümüz oraya dayanıyor.
Bazılarımız, Özbekistan`dan, bazılarımız Türkmenistan`dan kalkmış gelmişiz. Bu insanlara sahip çıkalım falan dedik. Belki o zaman beş on tane insan gitti. Bu bir süreç oldu artık, sonradan arttıkça arttı hemen sonra dünyanın dört bir yanına, aynı sevgi meşalesiyle, hep hicret etmeler oldu. 

Allah`ın izni inayetiyle, bir yönüyle yine Mevlana`nın tuttuğu ışıkla, diyor ki bir mum başka bir diğer mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez. Başkalarına böyle götürebileceğimiz değerlerimiz varsa götürürüz.Alacağımız şeyler varsa onları da alırız. Almaya, vermeye açık bulunuruz, mülahazasıyla. 

Bunu çok farklı anlayışta olan insanlar makul buldular, mantıki buldular. Ve öyle kimseler, bu mevzuda, öyle cazip tekliflerde bulundular ki ihtimal vermezsiniz. Bir üniversite de ben yapayım dedi, bir okul da ben yapayım dedi. Böyle bir şey oldu yani. 

`İcabında sükût dururuz` 

BBC: Hem Hizmet hareketinden hem de karşı taraftan bazı figürler, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerginliğin durulmayacağını ve Türkiye`de sulhun hâkim olmayacağı anlamında ifadelerde buldular. Siz Türkiye`nin ve Hizmet`in yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz bu anlamda?
Hali hazırdaki bu isyan ruhu, bu kin ve nefret ruhu çabuk bastırılamaz. Bir yönüyle, kırılan onurlar oldu, dokunulan gururlar oldu. Bu birden bire bastırılamaz.
Yeniden her şey böyle endazeden geçirilmiş gibi ahengine getirilemeyebilir. Fakat ümidimi hiç yitirmedim ben, yine olacağına inanıyorum. 

O mektup, son mektup meselesi de o istikamette bir şeydi yani, Cumhurbaşkanı`nın gönderdiği bir arkadaş vasıtasıyla. Benim talebeliğinden tanıdığım, Fehmi Bey, siz de bilirsiniz. Onlar da onu tasvip ettiler, Sayın Cumhurbaşkanı da tasvip etti. 

Fakat muhatabın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi mi, yoksa mektupta öyle işte, karşılıklı, değişik kesimlerin, medyadan değişik kesimlerin birbirlerini, sövüp saymamaları, bu işe bir son verilmesi meselesi mi, Sayın Başbakanı rahatsız etti bu. 

Bunu açıktan açığa konuştu, toplantıda konuştu. Toplantıda konuştu. Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. 

Ben hâşâ bir insanda öyle bir dengesizlik, hele paranoya falan var, buna ne kalbim ne de vicdanım, ne de dilim varmaz böyle bir şey söylemeye. Ama bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı.

Fethullah Gülen`in odasının girişine yakın bir duvarda bulunan tabela. 

Fakat bu fırtınaların dineceğine inancımı hiç kaybetmedim. Allah`ın izni ve inayetiyle. İcabında sükût dururuz.

Yani şuna kadar yolu var: dünyanın, geçen sene 140 ülkesinde falan okullar var dediler, dostluk bağları, dostluk köprüleri atılmış. Türkçe olimpiyatlarda bu mesele baş döndürücü şekilde sergileniyor. Kimse buna hayır demiyor, çok mükemmel bir şey. 

`Çevik Bir gibi bunlara da haber gönderdim`
Yani arzu ederlerse o okulları bile kapatabilirler, devlet kapatabilir, kapatsınlar, ben sadece kapatmayın, sahip çıkın yani, bu öğretmenleri çekin dedim.
Çevik Bir`e de demiştim bunu, bunlara da haber gönderdim defaatle. Siz müdürünü, öğretmenini tayin edin. Bu Türkiye`nin açılımıdır, yani milletimizin değişik dönemlerde, insani değerler adına, böyle açılımları olmuştur. Bu da onlardan bir tanesidir, hatta devlet-i aliye, belki 200 milyon insan vesayetinde bulunduğu dönemde böyle bir şey yapmaya muvaffak olamamış, bu yapılamamıştır.
Şimdilerde belki 160 ülkede fahri konsoloslar gibi, yabancı misyon şefleri gibi insanlar yetişmiş. Hatta önemli, hayati yerlere gelmiş bu insanlar. Bir yönüyle bu şu hakikate de dayandırılıyor. 

Dünyanın her yerinde olmazsanız, olmak istediğiniz yerde olamazsınız. Küreselleşen bir dünyada, bunun için bunlar çok önemli, falana falana mal ediyor diye, çekememezlikten dolayı, kapamaya kalkmayın bunları, sahip çıkın.
Sizin olsun yani, o öğretmeni siz tayin edin. Müdürü siz tayin edin. Devam edegelsin. Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler. Yani açığız. 

İnsanlık adına yapılması gerekli şeyler. Kim yaparsa yapsın. Bu meselede ilk defa tohumu atan, bu dostlar taraftarlar, muhipler sempatizanlar olmuştur. 

Yine genel felsefemiz, sen tohum at git, onu kim hasat ederse etsin. Kim tımar ederse etsin. Genel düşüncemiz bu. Sadece milletimizin bütün insanlıkla münasebetleri adına, yapılması gerekli olan şeyleri yapmak gibi bir misyonumuz, bir mefkûremiz var. 

Mefkûre tabirini Ziya Gökalp terminolojiye soktu. Gaye-i hayalimiz başka biri diyor, Fransızca idealimiz var. Bundan da durulmayacağız. Bunu hep yapmaya çalışacağız. İnsanlık adına, milletimiz adına… 

  

kaynak;HABER AKTÜEL-HÜRRİYET
 

 

 



17.9° / 9.4°
  • BIST 100

    9367,77%3,72
  • DOLAR

    34,58% 0,33
  • EURO

    36,23% 0,01
  • GRAM ALTIN

    2987,83% 0,88
  • Ç. ALTIN

    4956,37% 0,00