Tarih: 06.02.2016 19:50

BAŞKAN GÖRMEZ:?MARDİN MEDENİYETLER ŞEHRİDİR``

Facebook Twitter Linked-in

Artuklu Üniversitesi Sosyal Tesislerinde gerçekleşen ve Diyanet TV ekranlarından canlı olarak yayınlanan programda konuşan Başkan Görmez, Anadolu’nun kapılarını İslam’a açan ve İslam medeniyetinin en önemli şehirlerinden biri olan Mardin’in, İstanbul’dan, Saraybosna’dan ayrılamayacağını belirterek, Mardin’in tarih boyunca farklı dinleri, kültürleri ahlak ve hukuk çerçevesinde bir arada yaşatan bir ilim merkezi olduğunu kaydetti.

Son yüzyılda coğrafyanın ekonomik, kültürel ve dini fay hatlarıyla oynandığını ifade eden Başkan Görmez, bölücü terör faaliyetlerine ilişkin ise, “Bu topraklarda son 30-40 yıldır ortaya çıkan bölücü hareket, bu toprakları İslam medeniyetinden koparma hareketidir. Yaşananlar bir hak arayışı ya da bir etnik savaş değildir. Bölgede faaliyet gösteren bu bölücü hareket aslında bu toprakları İslam medeniyetinden koparma hareketidir.” dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığının, terör saldırılarında hayatını kaybeden şehitlerin aileleri, terör mağdurları ve Bayırbucak Türkmenleri için başlattığı “Şimdi yaraları Sarma Zamanı” adlı kampanyaya ilişkin de açıklamalarda bulunan Başkan Görmez’in açıklamalarından öne çıkan satır başları şöyle;

“Mardin, İstanbul, Saraybosna aynı medeniyetin beşiği olan merkezlerdir…”

Mardin, İslam medeniyetinin en önemli şehirlerinden bir tanesidir. Mardin, Anadolu’nun kapılarının İslam’a açıldığı şehirdir. Hz. Peygamberin vefatından 7 sene sonra onun güzide ashabından İyaz bin Ganem, sahabeden büyük bir heyetle birlikte Anadolu topraklarına girişi buradan yapmıştır. O zaman ‘Cezire’ olarak bilinen, bugünkü Cizre, bütün bu bölgelerin önemli merkezlerinden bir tanesidir. Mardin çok önemli, tarihi bir kenttir. Mardin, İstanbul, Saraybosna, bunlar birbirinden ayrılmaz şehirlerdir. Aynı medeniyetin beşiği olan merkezlerdir.

“Mardin, tarihi boyunca farklılıkları bir arada barış içerisinde yaşatan bir şehir olmuştur…”

Mardin’in aynı zamanda bir ilim merkezidir. Burada Zinciriye, Kasimiye, Hatuniye, Şehidiye, Seyyide Raziye gibi büyük medreseler var. Buralarda kurulan medreselerde sadece din bilimler değil, fen bilimleri, sosyal bilimler de okutuldu. Buradan sadece Anadolu’ya değil, Şam, Irak, Hicaz bölgelerine de ilim yayıldı. Mardin’in asıl önemi ise, farklı inançları, kültürleri, medeniyetleri, ırkları birlikte barış içerisinde yaşatabilmiş olmasıdır. İslam medeniyetinin ‘kesrette vahdet, vahdette kesret’ yani ‘çoklukta birlik, birlikte çokluk’ felsefesini minareleriyle, camileriyle en güzel yaşatan şehirdir. İslam şehri olmakla birlikte, İslam’ın adaletini ve merhametini gösteren, Keldanisini, Nasturisini, Süryanisini, diğer bütün inanç mensuplarını kiliseleriyle birlikte, mabetleriyle birlikte barış içerisinde bir hukuk çerçevesinde yaşatmış olması gerçekten Mardin’in çok müstesna özelliklerinden bir tanesidir. Şehirlerin medeniliği bununla ölçülmelidir. Bir şehrin gerçekten bir medeniyet şehri olup-olmadığı, fabrikalarıyla, gökdelenleriyle değil, şehirde yaşayan bütün insanların farklılıklarını, ister bu inanç, kültür, dil farklılıkları olsun, bütün bunları bir barış içerisinde, bir hukuk ve ahlak çerçevesinde birlikte yaşatabilmesiyle ölçülmelidir.

“Coğrafyanın ekonomik, kültürel ve dini fay hatlarıyla oynandı…”

İslam coğrafyasının bu hale gelmesinin 200 yıllık bir serüveni var. Eman yurtları, selam yurtları olarak bilinen başkentlerin bir şiddet ve terörle anılmaya başlaması, şiddet üretmeye başlamasının 200 yıllık bir tarihi var. Sadece bu yüzyılın başından itibaren alacak olursak, bu coğrafyanın fay hatlarıyla oynandığını söyleyebiliriz. Sadece ekonomik fay hatlarıyla değil, kültürel, dini fay hatlarıyla oynandığını görüyoruz. Önce işgallere maruz kaldığını, işgallerden sonra işgalleri bekleyecek istibdat rejimlerinin kurulmasını, bu istibdat rejimlerinin gölgesinde yetişen nesilleri görüyoruz. Bu nesiller her türlü vahşete şahit oldu. Bir taraftan yoksulluk, bir taraftan kültürsüzleştirme, bir taraftan o manevi dinamiklerle oynama söz konusuydu. Diğer taraftan da işgal ve sömürü hep devam etti. Medeniyet ile olan bağı koparıldı. Son 20 yıla gelindiğinde ise özellikle soğuk savaş dönemlerinden sonra, başka savaş çeşitlerine sahne oldu. Irak işgalinde 1,5 milyon insan hayatını kaybetti. Son 30 yılda 31 milyon Müslüman ya birbirlerini öldürmüşler yahut başkaları tarafından öldürülmüşlerdir. Bütün bunlar ölümcül kimlikler ve yaralı bilinçler doğurdu.

“Bölücü terör hareketi, bu toprakları İslam medeniyetinden koparma hareketidir…”

30-40 yıldır bir bölücü hareket bu toprakları İslam medeniyetinden koparma hareketi olarak doğdu. Bu bir hak arayışı ya da etnik savaş değildir. Bu bölücü hareket, bu toprakları İslam medeniyetinden koparma hareketidir. Bu topraklar üzerinde bütün farklılıklarıyla ahlak ve hukuk çerçevesinde birlikte yaşamayı sağladığımızda, coğrafyamızın bütün yaralarını da saracak güce sahip oluruz. Bu bilindiği ve önlenmesi için farklı ülkelerde uydu bölgeler oluşturma teşebbüsü 200 sene önce başladı. Bunu bir komplo teorisi olarak ifade etmiyorum, bilimsel ve tarihi temelleri var.

“DAİŞ’in ortaya koyduğu terör hadiselerini İslam’a bağlamak, İslam’a yapılabilecek en büyük iftiralardan bir tanesi olur…”

İki büyük yanlışlık yapılıyor. Batı dünyası İslam dünyasında yaşananların bizatihi İslam’ın kendisinden neşet ettiğini iddia ederek büyük bir yanlışlığa sebep oluyor, içimizden bazı insanlar da bu şekilde değerlendiriyor. Böylece İslam, iki açıdan vurulmuş oluyor. Bütün bu yanlışlıkların, şiddetin, tefrikanın doğrudan İslam’dan neşet ettiğini iddia etmek tam da DAİŞ benzeri terör örgütlerinin vahşetlerini meşrulaştırmak için İslam’a müracaat ettikleri gibi, onlara da böyle bir mazeret ortaya çıkarmış oluyorlar ki bu son derece büyük yanlıştır. Bizim yanlışlığımız ise bunu sadece dışarıdan harici unsurlara bağlamak gibi bir kolaycılığa kaçmamız. 1400 sene bu topraklarda birlikte inşa ettiğimiz o birlikte yaşama hukukunu, o medeniyetlerin farklılıkları birlikte yönetmesini neden kaybettik? Bunun üzerinde durmamız gerekir. Keldaniler, Nasturiler, Süryaniler, Ezidiler, hepsi bu toprakları terk etmeye başladılar. Bu insanlar İslam’dan önce de bu topraklarda varlardı, İslam geldikten sonra onlara bir hukuk bahşetti, kendi inançlarını özgürce yaşadılar. Osmanlı döneminde çok daha müstesna haklara sahip oldular, ama son terör hadiselerinden sonra başka dünyalara göçlerini İslam’a bağlamak, İslam’dan neşet ettiğini söylemek İslam’a yapılabilecek en büyük iftiralardan bir tanesi olur.

“Eli kalem tutacak çocuklar, hangi saiklerle çukurlar kazarak bu kötülükleri yapmaya başladılar? Bunun üstünde durmamız gerekir…”

Türkiye’de terör hadiseleri durup dururken çıkmadı. Bu topraklarda yaşayan bütün insanların en önemli özelliklerinden bir tanesi, kendi inanç dünyasına bağlılık ve sadakattir. Tarih boyunca öyle olmuştur. Ancak böyle olduğu halde,  eli kalem tutacak çocuklar, gençler hangi saiklerle kandırılıp dağlara götürüldü, katil olarak yetiştirildi? Hangi saiklerle şehirlere döndüler birer eşkıya olarak? Kendi evlerine, kendi hanelerine, kendi toplumuna çukurlar kazarak, oraya bombalar yerleştirerek bu kötülükleri yapmaya başladılar? Bunu yapan çocuklar hangi okullarda okudular, hangi eğitim sisteminden geçtiler? Gerçekten hiç okula uğramadılar mı? Okula uğradılar da hangi eğitimden, nasıl bir eğitimden geçtiler? Topyekûn onları kuşatan nasıl bir atmosfer oluştu? Bunun üstünde durmamız gerekiyor. Biz nerelerde hata yaptık? Bu özeleştiriyi yapmak zorundayız. Bu harekete yön veren ideoloji bu toplumu İslam medeniyetinden koparmak için hep bir çaba ve gayret içerisinde oldu, bunu hepimiz biliyoruz. Bu toplumu gerçekten yücelten o değerleri yok etmek için ne tür çabalar gösterildiğini hepimiz biliyoruz. Bunları dikkate alarak nasıl bu hale geldi; bunun üzerinde durmamız lazım.

“Bu bölgelerde görev yapan arkadaşlarımızın hiçbiri görevini, camisini ve şehrini terk etmedi…”

Bu bölgelerde görev yapan arkadaşlarımızın bazılarının evleri yıkıldı, bazı din görevlisi arkadaşlarımızın evleri yakıldı. Bazıları yakınlarını kaybettiler. Nice yakınları zarar gördü, büyük sorunlar yaşadılar. Hiçbirisi görevini, camisini ve şehrini terk etmedi, ama pek çok camileri harabeye döndü. Sadece Cizre’de 30’u aşkın cami namaz kılınamaz hale geldi. Sadece Kurşunlu Camii değil, Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de pek çok camimiz harabeye döndü. En kötüsü, camilerin minarelerinden kendi hezeyanlarını topluma dinlettirmek istediler, bununla mücadele eden arkadaşlarımız oldu. Bazı arkadaşlarımız merkezi sistemi götürdüler evinin bodrumuna ve oradan ezan sesi susmasın diye kendi halkına kendi evinin bodrumundan gizlice ezan okudu.

‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı’…

“Hep birlikte geçmişi bir tarafa bırakarak, kardeşliği yeniden ihya etmeliyiz…”

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak ‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı’ başlığı altında bir kampanya başlattık. Hep birlikte geçmişi bir tarafa bırakarak, kardeşliği sadece bir edebiyat olarak değil, bir ahlak ve hukuk olarak yeniden ihya etmeliyiz. Birbirimize sahip çıkarak, evsize ev, yurtsuza yurt, kimsesize kimse olarak, terör mağduru olan vatandaşlarımızı teröre terk etmeden, canlı kalkan haline getirilmek istenen kadınları, çocukları, yaşlıları onlara bırakmadan onlara sahip çıkmalıyız.

Bir taraftan ‘neden bu hale geldik?’ sorusunun cevabını arayarak, o sebepleri ortadan kaldırmak için büyük bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Bu işin kültürel, ahlak ve maneviyat boyutudur. Bir taraftan da maddi yaralarımız var, bu maddi yaralarımızı bizzat sararak millet olmanın gereğini yerine getirmek için yeni bir çalışmaya başlamamız gerekir. Mardin’deki varlığımız da bunun için.

“Terör örgütü, bu milletin bütünlüğünü bozmayı başaramadı…”

Pek çok şehitlerimiz oldu, onlara sahip çıkmamız gerekiyor. Anneler-babalar birliğimiz, beraberliğimiz için evlatlarını verdiler. ‘Biz onlara evlat olalım’ dedim. Pek çoğunu telefonla aradım. Anneleriyle babalarıyla konuştum. Hiçbirisinden sistem duymadım. Her birisinin bana ilk kullandığı cümle, ‘vatan sağ olsun, milletimiz sağ olsun’ oldu. Büyük bir metanetle karşıladıklarına şahit oldum doğrusu. Hiçbir zaman bu hadiselerden dolayı aynı milletin parçalarını oluşturan, Kürt kardeşlerimizi ötekileştirecek bir tek cümle duymadım. Zaten terör örgütünün başaramadıkları budur. Bütün bu vahşetle bu ideolojiyi toplumsallaştırmak ve toplum katmalarını birbirinden ayırmak istediler, hamdolsun bunu başaramadılar, başarmaları da mümkün değildir. Milletimizin arasındaki o birlik ruhu inşallah daha da güçlenerek devam edecektir. Elbette şehit ailelerine devletimizin bütün yönleriyle sahip çıktığını biliyoruz. Ancak bizim o gönülleri de tamir ederek, birlikte o manevi destekleri vererek sahip çıkmamız gerekiyor.

“Nerede bir gözden yaş akıyorsa o gözün sahibinin uyruğuna, inancına, diline, ırkına, rengine bakmadan o gözden akan yaşı silmekle mükellefiz…”

Bir taraftan, bütün bu hadiseler yaşanırken muhacir akını devam ediyor. Adeta bombardımanlardan kaçan 2,5 milyon insan sığınmış bu topraklara. Bayırbucak Türkmenleri hakeza çok zor durumda onları da unutmamamız gerekiyor. Nerede bir gözden yaş akıyorsa o gözün sahibinin uyruğuna, inancına, diline, ırkına, rengine bakmadan o gözden akan yaşı silmekle mükellefiz. Milletimizin fertlerinin bizatihi birbirine sahip çıkarak yaraları sarmasının çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bu vatanının en batısında yaşayan bir kardeşimiz en doğusunda yaşayan bir kardeşimizin gelip bizzat yarasını sarmasının millet olma bakımından çok daha önemli olduğunu, inancımızın, dinimizin, tarihimizin, kültürümüzün, medeniyetimizin de gereğinin bu olduğunu düşünüyorum.

“Terör mağduru kardeşlerimizin yaralarını sarmak ülkemizin geleceği, milletimizin istikbali bakımından, son derece önemli diye düşünüyorum…”

Cizre’den gidip akrabalarında veya birtakım yerlerde kalan 25 bin insandan söz ediliyor. Hakeza bütün buralardan Mersin’e, Antep’e, Adana’ya doğru hareket eden binlerce aile var. Bütün bu aileler evini kaybetti, evi yandı, her türlü imkânını kaybetti, işini kaybetti, çocukları eğitimini kaybettiler. Bütün bunlara sahip çıkmak, yaralarını sarmak ülkemizin geleceği açısından, milletimizin istikbali bakımından, birliğimiz, huzurumuz, barışımız açısından bizatihi devletin yaraları sarmasından çok daha önemli diye düşünüyorum.

“Din adamı adı altında dini istismar eden ve bütün bu kötülüklere dini meşrulaştırıcı bir unsur olarak takdim eden yapılara izin vermemeliyiz…”

Diyanet Teşkilatında terörün ideolojisini mihraba taşıyan bir tek insan olmamalıdır. Böyle bir kirli, ırkçı, bölücü, başkalarını ötekileştiren, şiddeti meşrulaştıran, öldürmeyi ve yok etmeyi esas alan bir ideolojinin hiçbir caminin mihrabına, minberine ulaşmaması gerekiyor. Din adamı adı altında başına sarık sarılarak dini istismar eden ve bütün bu kötülüklere dini meşrulaştırıcı bir unsur olarak takdim eden birtakım yapılar var. Bu yapıların toplumu aldatmasını önlemeliyiz. Bizim sadece namaz kıldırmak gibi bir görevimiz yok. Bizim camideki o maneviyatı, hikmeti, ilmi aynı zamanda sokağa taşımak gibi bir görevimiz var. Her din gönüllüsü, aynı zamanda bu yaraları sarmak için seferber olacak. ‘Şimdi yaraları sarma zamanı’ kampanyamızın asıl aktif görevlileri Diyanet görevlileri olacak. Biz buraya göndereceğimiz yardımları bizatihi onlar eliyle dağıtacağız. Onlar kapı kapı gezecekler, dolaşacaklar. Gözyaşlarını silmek için uğraşacaklar. Onlarla oturup sohbet edecekler. Daha önceki ihmallerimizi ve kusurlarımızı gözden geçirerek bunu telafi etmek için daha yoğun bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor.

“Kur’an kurslarımızda okuyan bir tek öğrencimizin teröre bulaşmak için bir yola girdiğine şahit olmadık…”

Kur’an kurslarımızda okuyan bir tek öğrencimizin teröre bulaşmak için bir yola girdiğine şahit olmadık. Burada bir kadim medrese hayatı var. Bu kadim medrese hayatını saptırmak ve başka amaçlara kullanmak için birtakım emellere şahit oluyoruz. Oralarda yanlış yapılmaması, oralarda doğru şeylerin öğretilmesi için çalışmalarımızı artırmamız gerekiyor. Buralardan yetişen bazı insanlar Diyanet bünyesinde görev yaptı. Bizim o kazandığımız insanların büyük bir kısmı şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bu topraklarda birliği yeniden inşa etmek için çok yoğun bir çaba içerisindedirler. Cizre’de, Nusaybin’de, Silopi’de, Silvan’da, Sur’da, İdil’de, Dargeçit’te travmalar yaşandığını görüyoruz. Bu travmaların kalıcı olmaması ve terörün tahrip ettikleri ruhları tamir etmek için çok daha müşfik ellere ihtiyaç var. Toplum olarak seferber olmamız gerekiyor.

“Bizim yokluğumuz başka dünyada mazlumların çoğalması anlamına gelir…”

Biz tarihte çok büyük medeniyetler kurduk ve o medeniyetleri kaybettik. Endülüs medeniyetini kaybettik, Maveraünnehir’de muhteşem bir medeniyet kuruldu o medeniyet kayboldu. Afrika’da Müslümanlar nice medeniyetler kurdu, sömürgelerle yok oldu. İslam medeniyetinin daha sonra bu kadim merkezlerine adeta büyük saldırılar başladı, bunları da kaybettiğimiz zaman insanlık çok şey kaybeder. Bütün bunları ihya edecek güç, bizim milletimizde, tarihimizde ve kültürümüzde; öncelikle bunu dikkate almamız lazım. Yani bizim yokluğumuz başka dünyada mazlumların çoğalması anlamına gelir. Bunu dikkate alarak bizim birbirimize çok daha sahip çıkmamız lazım. Aramızdaki bütün ayrılıkları-gayrılıkları ortadan kaldırmamız lazım. Birlikte yaşama hukukunu yeniden hayata geçirerek, kardeşliği bir edebiyat olmaktan çıkarıp bir ahlaka ve hukuka dönüştürerek birbirimizin yaralarını sarmak için seferber olmamız lazım. Türk, Kürt, Arap üzerinden yahut Alevi-Sünni üzerinden, ırk ayrımı üzerinden, mezhep ayrımı üzerinden en küçük bir ima bile bu topraklarda hepimizin ayıbı olmalı, ona hiç kimse tenezzül etmemeli. Ve biz birbirimize değer vererek bu topraklarda yeniden o birliği, beraberliği, kardeşliği inşa etmeliyiz diye çağrıda bulunmak isterim.

ARTUKLU HABER AJANSI-MARDİN




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —