CAFER ÇAMLICA: DÜNYA?DA HUZURUN ADRESİ OKUMAKTIR!

Almanya?da 40 yıl Fabrika?da işçi, camide hoca olarak görev yapan, ilkokul mezunu bir işçi emeklisi olmasına rağmen 50 yıldır kitap okumayı hiç bırakmayan Cafer Çamlıca ?Dünya?da Huzurun Adresi Okumaktır? diyor.

Gündem 22.06.2020 12:26:36 0
CAFER ÇAMLICA: DÜNYA?DA HUZURUN ADRESİ OKUMAKTIR!

Almanya’da 40 yıl Fabrika’da işçi, camide hoca olarak görev yapan, ilkokul mezunu bir işçi emeklisi olmasına rağmen 50 yıldır kitap okumayı hiç bırakmayan Cafer Çamlıca ‘Dünya’da Huzurun Adresi Okumaktır’ diyor.  

 

Türkiye’de birçok insanın gurbet hikayesi vardır. Gurbette yaşamak her zaman zordur.  Yine o zor gurbette hem bedensel işçilik yapmış, hem fikir işçiliği yapmış değerli bir şahsiyet Cafer Çamlıca hocamızla İstanbul’daki eğitiminden, Almanya’da ki yaşamına ve çok sevdiği imamlık serüvenini konuştuk. Kendi imkanlarıyla İstanbul’a okumaya giden, daha sonra Tokat’da vekil imamlık yapan, oradan da Almanya’ya çalışmaya giden örnek bir şahsiyetin hayat izlenimlerini dinledik. Cafer Çamlıca, ilerleyen yaşına rağmen halen, mutluluğun huzurun okumakta ve düşünmekte olduğunu söylüyor. Cafer hocanın hayatına baktığımızda okumanın sadece üniversite ile sınırlı olmadığını yeri geldiğinde bir fabrikanın köşesi, bir caminin salonu, bir evin köşesi, hatta bir sokak dahi üniversite olabilir. İşte Cafer Çamlıca’nın gurbet hikayesi ve hayat hikayesi…

 

Röportaj: Ziya Gündüz

 

Hocam, öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

İsmim Cafer Çamlıca, Tokat’ın Niksar ilçesinin Sorhun köyünde dünyaya geldim.  Çocukluğumun büyük bir kısmı köyde geçti. İlkokulu bitirdikten birkaç yıl sonra, babam rahmetli oldu.  Babamın vefatından sonra okumak için İstanbul’a gittim.  İstanbul’da rahmetli Gönenli Mehmet Efendi’nin desteğiyle 12 arkadaşla birlikte okudum. Burada yaklaşık üç ay eğitim aldık.  Daha sonra Gönenli Mehmet Efendi bizi Hırka-i Şerif kursuna gönderdi. Bir yılda burada okudum. Sonra Beyazıt’da Kâtip Sinan Camii’nde bir hocanın yanına gittik. Orada caminin mahferinde yaklaşık iki yıl yatıp kalktık. Halıların üzerinde yatıyorduk arkadaşlarımızla.

 

Eğitim almak, okumak çok zor muydu o dönemde?

 

Çok zor günler geçirdik. Çok zor şartlarda eğitim alıyorduk. Caminin hocası kendi okuduğu dini kitapları bize de sabah namazından sonra okutuyordu. Bir ara caminin mahferinde kitabı unuttu. O zamanlar bazı dini kitaplar yasaktı. Öğlen namazı vaktinde emniyet amiri geldi orada kitabı gördü. ‘Siz bu kitapları okuyor musunuz?’ diye bize de sordu. Bende okuyoruz dedim. Amir tamam dedi ve gitti. Daha sonra bizim hocaya bir çocukla mektup göndermiş, ‘siz camide yasaklı kitaplar okuyor ve okutuyorsunuz, siz şikayet edeceğim’ demiş. Hoca da mektuba cevap yazıyor. ‘Eğer polis camiyi basarsa benim çocuklarıma bakacak kardeşlerim var. Sen kendini düşün artık’. Gerçekten caminin hocası çok cesurdu. Hocanın cesur olduğunu görünce şikayetten vazgeçiyor o amir. Hocamız bizim başımıza bir şey gelmesin diye caminin tam karşısından bize bir ev tuttu. Bizi oraya yerleştirdi. Beş yıl bu şekilde hayatımız İstanbul’da geçti.

 

O dönemde kimlerle tanıştınız kimlerden ders aldınız?

 

Abdullah Aydın, Mehmet Emin Saraç, Molla Sadrettin Yüksel, gibi o dönemin ilim adamlarından dersler aldık. Tabii o dönemlerde Arapça okumak yasaktı. O zamanlar ‘Kur’an okuyacaksın ama manasını öğrenmeyeceksin’ gibi bir anlayış vardı. Tabii ki bu dönemlerde çok ciddi sıkıntılar çektik. Gönenli Mehmet Efendi bize yardım ediyordu, ekonomik anlamda ama o çok cüzi bir şey verebiliyordu. Hatta Hırka-i Şerif camine derse giderken arkadaşın biri dedi ki; şu boş ekmekle karnımız doyacak mı? Biz ekmek alırdık. Elli yüz gram peynir ile karnımızı doyururduk. Şimdiki gençler için eğitim şartları çok daha iyi. İnşallah kıymetini bilirler.

Arapça okumak yasak dediniz.

 

Camide sürekli tedirgin bir şekilde ders dinliyor ve çalışıyorduk. Ne zaman camiye yabancı biri girse hemen tedirgin oluyorduk. Abdullah Aydın hoca bizi okuturken camide yabancı biri etrafı izliyordu. Hoca hemen yanımıza geldi ve ‘ne okuduğunuzu sorarsalar sadece Kur’an okuyoruz deyin’ diye tembihledi. Adam gittikten sonra namaz vakti geldi. Ömer Nasuhi Bilmen hocada ön safta oturuyordu. Ömer Nasuhi Bilmen’i ilk kez orada gördüm.

 

Peki, İstanbul’da eğitim aldıktan sonra ne yaptınız?

 

Daha sonra 1967’de askere gittim. Amasya, Samsun, Erzurum’da askerlik yaptım. Askerlik 1969 yılında bitti. Askerden sonra tekrar İstanbul’a geldim. Bakırköy ile Zeytinburnu arasında bir metal fabrikasında çalıştım. Dokuz ayım bu fabrikada geçti. Daha sonra bir imamlık imtihanı açıldı. Ben bu vesileyle tekrar Tokat’a geldim. Tokat’ta imamlık imtihanına girdim ve kazandım. Kazandıktan sonra Tokat merkeze bağlı Avlunlar veya Ortaköy diye bilinen köyde İmam hatip olarak göreve başladım. Yaklaşık 2 yıl burada görev yaptım.

 

Hocam, Almanya’ya gitme fikri nasıl doğdu?

Köyümüzde kooperatif vardı.  Kooperatif aracılığıyla Almanya’ya işçi gönderiliyordu. Ben köyde vekil imam olduğum için kadrolu imam gelir gelmez boşta kalacaktım. Ekonomik şartlar çok zordu. Bu ekonomik şartlar bizi Almanya’ya yönlendirdi. Allah rahmet eylesin, o dönem de ki müftümüz ‘hemen istifanı verme, belki Almanya’ya alışamazsın tekrar gelirsin ve yine görevine kaldığın yerden devam edersin. Şayet Almanya’ya alışırsan oradan istifanı verirsin’ dedi. Neticede hazırlıklarımızı yapıp eş dostla helalleşerek Almanya’nın Köln şehrine gittik. Köln’de önce bir lojmanda kaldık. Bir yıl sonra hanım Almanya’ya geldi. Köln’e bağlı Bergneustadt kasabasında Ford fabrikasında çalışmaya başladım. 35 yıl gibi burada çalıştım. 35 yıl sonra firmayla anlaştık çıkışımızı aldık. Fabrikadan ayrıldıktan sonra yaklaşık 3 yıl fahri imamlığa devam ettim.

 

Siz fabrikada işçi olarak çalışırken fahri imamlık görevini de yürütüyordunuz. Biraz bize bundan da söz eder misiniz?

 

Almanya’da yaşadığımız şehirde 1975’de bir dernek kurduk. Derneğin başkanlığını da ben üstlendim. Küçük bir yer kiraladık. Dernekte Cuma namazı kılmaya başladık. Ev sahibi bizi şikayet etti, kalabalık oluyor diye. Bizde başka bir yer bakmak zorunda kaldık. Köln merkezde Milli Görüş teşkilatı aktif çalışıyordu. O yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı aktif değildi Almanya’da. Onlarla da istişare ettik. Gurbetçiler olarak kendi aramızda 425 bin mark toplayarak camii olacak bir mekanı satın aldık. Caminin yanında birde konferans salonu yaptık.  Camide Kur’an kursuda var. Bu camide yaklaşık 25 yıl yine fahri imamlık yaptım.

 

Hocam, Almanya’ya gittiğinde 40 yıl kalacağınızı tahmin etmiş miydiniz?

 

Yok yahu ben en fazla 4-5 yıl kalırım diye düşünüyordum. Bir yıl sonra döneriz, iki yıl sonra döneriz düşüncesi vardı. Hatta 1976 yılında hanımı Türkiye’ye gönderdim. Ama Türkiye’ye bir yıl sonra tekrar gelip aldım. Çünkü Türkiye’nin şartları o zaman çok iyi değildi. Tam niyet ediyorsunuz temelli dönmeye, Türkiye geliyorsunuz şartları imkanları görünce tekrar dönmek zorunda kalıyorsunuz. Haliyle hep böyle erteledik dönüşümüzü. Emeklilik yaklaşınca da emekli olur döneriz diye birkaç yıl daha çalıştık.

 

Almanlarla bir iletişim ve bilgi alışverişinde bulunma imkanınız oluyor muydu?

 

Camiye arada bir İngiliz papaz gelirdi. Bizde kendisine ikramlarda bulunurduk. Bir gün bize ‘bir Pazar da siz gelin size bir ikramda da ben bulunayım’ dedi. Yönetimden üç dört arkadaşla birlikte gittik. Onlar ibadetlerini yaptı biz arkada oturduk. İbadetlerini izledik.  İbadetten sonra çay kahve içtik. Papaz de ki; bir Cuma günü bende camiye gelebilir miyim? Bizde gelebileceğini, memnun olacağımızı ifade ettik. Geldi caminin mahfilinde oturdu bizi izledi. Cuma Namazı bittikten sonra, papaz bize dedi ki; ya siz bu kadar cemaati nasıl topluyorsunuz? Hem azınlıktasınız, hem hafta içi, biz hafta sonu yaptığımız halde çok az insan toplayabiliyoruz.  Gerçekten de biz Kilise’ye gittiğimizde 15 kişi vardı, onlarda hep yaşlıydı. Yani Batı’da kiliseler boş. Kırk yılı Almanya’da geçmiş birisi olarak şu tespiti çok rahatlıkla yapabilirim. Eğer biz Avrupa’ya işçi olarak giden Müslümanlar, gerçek anlamda İslam’ı yaşasaydık, bugüne kadar belki de bütün Avrupa Müslüman olurdu.

 

Avrupa’da vatan özlemiyle ilgili duygularınızı alabilir miyim?

 

Biz hep vatan hasretiyle yaşadık. Vatana yarın döneceğiz gibi geçirdik zamanımızı. Dost ve akrabalarımızın düğünlerine de cenazelerine de katılamadık. Özellikle ilk yıllarda iletişim imkanı çok zayıftı. İzine geldiğimizde öğrenirdik kimin evlendiğini kimin öldüğünü. Hatta ben rahmetli annemin cenazesine bile yetişemedim hava şartlarından dolayı. Emekli olduktan sonra bana neden Alman vatandaşı olmuyorsun diye çok sordular. Benim böyle bir niyetim hiç olmadı. Vatanıma dönüp, kalan ömrümü ülkemde geçirmek istedim. Bizim için vatan her şeyden önce gelir.

 

Çocuklarınızı da Almanya’da bırakmamışsınız. Neden?

 

Bunun birkaç sebebi var. Bu kadar uzun süre kalmayı planlamadığım için, ergenlik çağına gelen çocuklarımı Türkiye’ye okumaya gönderdim. Biz yoksulluktan dolayı okuyamadık. Çocuklarım okusun istedim. Ayrıca Avrupa’da çocukları evlenen ailelerin Türkiye’ye temelli gelmeleri zor oluyor. Çocuklarımın Almanya’da işçi olmasını da istemedim, oralarda evlenip yerleşmelerini de istemiyordum.  

 

Almanya’da yaşarken Türkiye’nin gündemini takip edebiliyor muydunuz?

 

Köln radyosu vardı. Köln radyosundan Türkiye’nin gündemini takip etmeye çalışıyorduk.  Haberleşme önceleri çok zordu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte haberleşeme kolaylaşmaya başladı. Yani şuan için bırakın Türkiye’nin gündemini takip etmeyi dünyanın gündemini teknoloji nimetiyle birlikte bir köyden bile en iyi şekilde takip edebiliyorsunuz. O zamanlar böyle imkanlarımız yoktu.

 

Türk olmayan Müslümanlarla iletişiminiz nasıldı?

 

He ırktan insanların olduğu şehirlerde yaşıyor, Fabrikalarda çalışıyorduk. Memleketten akraba ve arkadaşlarımız da vardı aynı şehirde, başka şehirlerden ve ülkelerden insanlarda vardı. Arap Müslümanlar gelirdi camiye. Camii de sadece farz namazını kılıp giderdiler. Bizimkiler önceleri buna çok kızarlardı. Hatta bazıları bunlar camiye gelmesin derlerdi. Ben o Müslümanlara siz namazların sünnetini kılıyor musunuz diye sordum. Onlarda biz evde kılıp geliyoruz, Efendimizde böyle kılardı dediler. Onlar o şekilde namazlarını eda ediyorlardı. Bizde sünnetleri de genelde camide kılıyorduk. Aramızda ciddi bir tartışma olmazdı.

 

Kur’an ile ilişkinizi canlı tutan birisiniz. Bizimle Kur’an ile ilgili birikiminizden bir kısım paylaşabilir misiniz?

 

Kur’an bütün Müslümanlar için bir hayat rehberidir. Bakınız Allah (c.c.) Fussilet suresinde “Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah'tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (a gelince); işte onların üzerine (hayatları boyunca ve ölüm anında teselli ve teskin edici) melekler inecek ve: ‘Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’ad olunan cennetle müjdelenip sevinin’ diyeceklerdir.”

Bu ayetin ışığında Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Müminin ruhu çıkmayacaktır, cennete ki yerini görmedikçe. Kâfirinden ruhu çıkmayacaktır, cehennemde ki yerini görmedikçe.”

Hz. Aişe validemize Rasulullah (s.a.s.) diyor ki: Ölümü seveni Allah sever. Ölümü sevmeyeni de Allah sevmez. Hz. Aişe validemiz diyor ki; ya Rasulullah o nasıl söz? Ölüm sevilir mi hiç?

Rasulllah diyor ki; Ya Aişe ölüm anında Allah (c.c.) mümine cennete ki yerini gösterecek, oda ölümü sevecek diyor. Kâfire de cehennemde ki yeri gösterilecek, o da ölümü sevmeyecektir. Peygamberimiz ölüm anında ki meseleyi burada izah ediyor.

Ayetin devamında diyor ki:  “Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniz (ve manevi destekçileriniziz). Orada (cennet ortamında) nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de size (verilecektir.) “Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)’tan indirilen bir ağırlanma olarak (cennetler sizin için var edilmiştir), ‘Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”

Bu ayetler önemli bir inceliğe işaret eder. Yapmayacağın bir şeyi başkalarına anlatma. Söz önemli ama o sözü önemli kılan salih ameldir. Allah bizlere salih amel işlemeyi daima nasip etsin. Salih amel işlemenin yolunu bize Allah’ın kelamı olan Kur’an öğretiyor.

Cafer hocam, siz iyi kitap okuyan birisiniz ve güzel bir kitaplığınız var. Bu okuma alışkanlığını nasıl kazandınız?

İmamlık görevine başladığımdan beri okumaya, öğrenmeye, tefekkür etmeye gayret ediyorum. Sizinde bildiğiniz gibi İmamlık sıradan bir meslek değildir. Aynı zamanda insanları uyandıran bir makamdır. Uyandırmak için önce uyanmak lazım. Öğretmek için öğrenmek zorundasınız. Bende insanlara vaaz ve sohbet veriyordum bunun için daima okuyordum. Bazen gece yarılarına kadar okurdum, sabahleyin cami cemaatine faydalı bir sohbet yapmak için. Halende kitap okumaya devam ediyorum.

Emekli oldunuz. Halen niçin Kitap okumaya devam ediyorsunuz?

Ben Fabrika işçiliğinden emekli oldum, Müslümanlığın ekmeliliği olmaz. Nasıl ki ömrümüzün sonuna kadar namaz kılmak Farz ise, ilim tahsil etmek ve öğrenmekte her Müslüman’a ömrünün sonuna kadar Farzdır. Müslümanca yaşamanın, ilmin ve öğrenmenin mesleği de olmaz emekliliği de. 

Şuanda kitaplara ulaşmak kolay 1970’lerde çok kitap yoktu. Kitaplara nasıl ulaşıyordunuz?

İstanbul’da okurken, Hasan Basri Çantay’ın Kuran Meali vardı.  Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsiri vardı. Ömer Nasuhi Bilmen’in İslam İlmihali vardı. Bunlar dışında pek fazla kitap, özellikle dini yayın yoktu.

Kitap okurken nasıl bir usul izliyorsunuz?

Kitap okurken elimde genelde kalem vardır. Önemli gördüğüm yerlerin altını mutlaka çizerim. Aynı kitabı tekrar elime aldığımda altını çizdiğim yerler hemen gözüme çarpar ve tekrar etme imkanı bulurum. Bugün kütüphanemde 45 – 50 yıl önce altını çizdiğim kitaplarım ve o kitapların içerisinde küçük kağıtlara aldığım notlarım vardır.

Kalıcılığı sağlamak açısından tekrarın önemine dair Hafız Süleyman isimli bir arkadaşımın usulünü anlatayım. Kendisi hafız olduğu için işe gidip gelirken yarım cüz Kur’an okurdu hafızlığını unutmamak için. Arkadaşlarım Hafız Süleyman hiç kimseye selam vermiyor yolda diye şikayet ettiklerinde onlara durumu izah etmiştim. Almanya’daki işyeri olan Fabrika’ya bisikletle gidip gelirken yaptığı tekrarlar sayesinde hafızlığını hiç unutmadı. Hatta Teravih namazını hatimle kıldırabilecek kadar sağlam hafızlığı vardı. Yani okumak isteyen, her yerde her şartta okur.

Peki, okumayla ilgili neler tavsiye edersin?

İnsanoğlu huzurlu yaşamak istiyorsa kitap okuma alışkanlığını kazanmalıdır. Zamanın kıymetini iyi bilmek lazım. Zamanı boş harcamak büyük bir israftır. Zamanı kitap okuyarak değerlendirmek lazım. Hz. Muhammed (s.a.s.) buyuruyor ki: ‘Her şeyin bir yolu vardır, cennetin yolu da ilimdir.’Yine Hz. Muhammed (s.a.s.) başka bir sözünde: ‘Alimin mürekkebi şehidin kanından üstündür’ diyor.

Öğrenmek, ilim yolunda olmak, alim olmak, bilge olmak, çok önemlidir. Tabii yine bunun yanında salih ameli es geçmemek lazım. Amelsiz ilim merkebin sırtındaki yük gibidir.

Allah (c.c.) buyuruyor ki: “ İnsanlara iyiliği emrediyorlar ama kendilerini unutuyorlar.”

Ben bu ayetten şunu anlıyorum; Kitap okurken, öğrenirken insan kendisini unutmamalıdır. İnsan sürekli kendini düzeltmeli okuduklarını hayatına geçirmelidir. Sonra da başkalarına anlatmalı.  

Mesela Allah birçok ayette düşünmez misiniz, akletmez misiniz diye soruyor. Yani okurken, okuduğumuz metin üzerinde düşünmek ve akıl yürütmek zorundayız.  

Ziya paşa diyor ki: ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde’. Yani sözle, eylem birbiriyle uyumlu olmalıdır.

Allah (c.c.) Saf suresi 2. Ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” Başka bir ayet-i kerimede: “İnsanlar, ‘İnandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.”

Okuduğunu yaşamıyorsan, kitap yüklü eşekten bir farkın olmaz. Okumak ve yaşamak et ve tırnak misali olunca bir anlam kazanır.

Tekrar söylüyorum; dünyada huzurun adresi okumaktır. Okumanın mesleği, günü, saati, zamanı olmaz.  

Hocam, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.

Bende sizlere teşekkür ediyorum, Allah’a emanet olunuz!

 

 

ARTUKLU HABER AJANSI

RÖPORTAJ;ZİYA GÜNDÜZ

 

 

 


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor