CHP GRUP BAŞKANVEKİLİ LEVENT GÖK BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ. “GELECEK OLAN İÇ GÜVENLİK YASASI BİR ATOM BOMBASIDIR.” DEDİ. GÖK, GÜNDEME İLİŞKİN ÖNEMLİ DEĞERLENDİRMELERDE BULUNDU.
Türkiye’nin önemli gündem maddelerinin üstü algı operasyonlarıyla örtülmeye çalışılıyor. Bir bakıyorsunuz Siyasetten ari olması gereken, partisi ile bağını kesmesi gereken bir Cumhurbaşkanı "Kaçak sarayda” oturan bir cumhurbaşkanı, seçimlerin başkanlık tartışmasıyla geçeceğini ifade ediyor. Cumhurbaşkanı siyaseti bırakmadığını açıkça ifade ediyor. Şimdi bu Cumhurbaşkanına sesleniyoruz. Diyorsun ki, cübbeni çıkar da siyasete gir, falanca öğretim üyesi konuşunca diyorsun ki, cübbeni çıkar da siyasete gir. Eğer çok meraklıysan siyasete, Ben de size sesleniyorum. Bırak o kaçak sarayda oturmayı, çık siyasete gir.
Bir yandan siyasetten elini çekmeyeceksin, Anayasaya göre yemin ettiğin metnin dışında kalacaksın ve Türkiye’deki siyaseti aklınca, kendince şekillendirmeye çalışacaksın.
Otur oturduğun yerde, Anayasal yetkilerini kullan. Sanki Türkiye şu anda dahi getirilen yasalarla yargının, yürütmenin, emniyetin ve atom bombası gibi muhtemelen önümüzdeki hafta gündeme girecek olan İç Güvenlik Paketiyle Silahlı Kuvvetlerin de artık idareye bağlandığı bir döneme doğru giderken, kuvvetler ayrılığı yerle bir edilmişken Türkiye’de Başkanlık Sisteminin ötesi daha ne olabilir?
Böyle bir otoriter anlayış, böyle bir totaliter anlayış, diktatörlük anlayışı dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Başkanlık Sistemi de zaten bu değildir.
Bütün dünyadaki Başkanlık Sistemleri, altında çok köklü denetim mekanizmalarıyla oluşturulmuştur. Çok güçlü yargı, çok güçlü denetleyen başka kuruluşlar, meclis, yani böylesine çok güçlü denetim mekanizmalarının olduğu toplumlarda konuşulur Başkanlık Sistemi.
Siz her türlü denetimi kaldırmışsınız, muhalefeti sindirmek, bastırmak, tehdit etmek için her türlü baskıyı uygulayacaksınız… Bunu gerçekleştiriyorsunuz ve bunun adına da daha sonra Başkanlık Sistemine geçelim diyeceksiniz.
Bunların hepsi gündemi değiştirmeye dönük algı operasyonlarıdır. Türkiye’nin gerçek gündemi bu değildir. Elbette, Cumhurbaşkanının aklından geçenleri ben biliyorum. Yani Başbakanken yolsuzluktan istifa etmiş 4 bakanın olduğu bir yerde kendi yandaşlarına, yandaş şirketlerine, kendi çocuklarına nasıl kaynak aktardığı ortaya çıktı… Cumhurbaşkanı diyor ki paranın da gidişatını ben kontrol edeyim.
22222 Kimin cebine ne girecek ona ben karar vereyim. Cumhurbaşkanı hala bu alışkanlıklarını sürdürmek istiyor. Anlaşılıyor ki, para çok tatlı geldi. Cumhurbaşkanının söylediklerinden bu anlaşılır. Başka türlüsü anlaşılmaz.
Oysa,Türkiye’nin gerçek ihtiyacı gerçek gündemi işsizliktir. Türkiye’de 3 milyona yakın işsizi var. Bunları konuşmamız gerekiyor. Resmi rakamlara göre % 10’un üzerinde ama resmi olmayan rakamlara göre yüzde 15 civarında işsizin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye bir işsizler ordusu, bunları konuşmamız gerekiyor. İstihdam olanaklarına yoğunlaşmak gerekiyor.
Ama CHP’nin yayınladığı raporlara bakıyorsunuz gariban ailelerin çocukları işe giremezken, AKP’li bakanların, bürokratların, AKP’li üst düzey yöneticilerin çocukları, yakınları sınavsız, torpilli en ballı işlerde. Bütün yönetim kurulu üyelikleri, en pahalı yönetim kurulu üyelikleri AKP’lil erde, yandaşlarda. AKP’lilere ne gam!
Onlar hem çok yüksek paraları alacak şekilde işe alınıyorlar, en ballı yönetim kurulu üyelikleri AKP’lilerde… Onlar işsizin halinden anlamazlar. Ama gelin Türkiye’de 3 milyonu, hatta gayrı resmi rakamla 4,5 milyonu bulan işsizlerin ihtiyacı Türkiye’nin bir numaralı ihtiyacıdır. Türkiye’nin bugün gündem maddesi budur.
Türkiye’de her alanda geri adımlar atılmak isteniyor. İşçilerimizin uzun mücadeleler sonunda kazandıkları kıdem tazminatları bakanın açıklamasına göre 30 günden 15 güne indirilmek isteniyor. Bu, Kenan Evren’in dahi düşünmediği bir hadisedir. 12 Eylül döneminde dahi kimsenin aklına gelmemiştir. Darbe döneminde dahi kimsenin aklına gelmemiştir. İşçinin hakkını kısmak, işçiyi 15 günlük tazminatı kabule zorlamak kimin haddinedir! Bunlar konuşuluyor gerçek gündemde, Türkiye’nin gerçek gündemi bu… Emek en yüce değerdir diyoruz biz. Emeğin en yüce değer sayıldığı bir parti olarak, CHP olarak işçinin daha çok kazanmasını istiyoruz biz. İşçi kardeşlerimize sesleniyorum;
Bunların yakasına yapışın. İşçi düşmanı bunlar. Her türlü haktan sizleri mahrum bırakacak uygulamalar içinde ananızın ak sütü gibi helal 30 günlük tazminatınızı 15 güne düşürecek bu uygulama karşısında bütün işçilerin tek bir yürek olmasını istiyoruz. Biz de CHP olarak onların yanındayız. Bütün işçileri bu mücadeleye çağırıyorum.
Bu kabul edilebilir bir uygulama değildir.
Kaçak elektrikte, özelleştirme şirketlerine olağanüstü imtiyazlar tanıyan yasalar getiriyorlar. Şimdi meclise sevk edilen bir yasayla, kaçak elektriğin faturasını bütün abonelere yaymak istiyorlar. Yani şirketlere diyorlar ki, sizi kaçak elektrikte ne kadar zarara uğradıysanız bunu bütün abonelerden tahsil edebilirsiniz. Böyle bir şey bir demokratik ülkede, adaletle yönetilen bir ülkede, bir hukuk devletinde mümkün müdür? Kaçak elektriğin faturasını namusuyla her ay düzenli olarak ödeyen bir yurttaşımız niçin ödesin? Şirketlere, siz alabilirsiniz diyor. Yani siz ayda 100 TL elektrik parası öderken, şimdi getirilen teklifle bölgede ne kadar kaçak elektrik kullanılmışsa faturanıza artık 20 TL’mi, 30 TL’ mi düşer, onu da ödeyeceksiniz, faturanıza bindirilecek. İşçilerin kazanılmış hakları düşürülürken, bunların yandaş şirketlerinin kazançları, menfaatleri arttırılıyor. Bunu, bütün toplumumuzun görmesi lazım. Kaynakların nerden nereye, kimden kime aktarıldığını herkesin görmesi gerekir.
Biz CHP olarak iktidar olduğumuzda işçimizin hakkını arttıracağız, vatandaşımızın böyle özelleştirmelerle sömürülmesine izin vermeyeceğiz. Ve bu kaçak elektrik uygulamasında vatandaşların dava açma hakkı elinden alınıyor. Bütün davalar düşürülüyor. Böyle bir imtiyazı şirketlere nasıl tanırsınız? Devletin görevi vatandaşı korumaktır. Devletin görevi vatandaşın hukukla, adaletle buluşmasını sağlamaktır? Bugün gündeme aldıkları şey insanları mağdur eden uygulamalardır. Ne yazık ki gerçek gündemimiz budur.
Değerli Arkadaşlarım; geçtiğimiz günlerde Cizre ilçesinde yaşanılan hadiselerde 7 vatandaşımız hayatını kaybetti. Dünyanın bir ülkesinde, bir ilçede 7 kişinin öldüğü toplumlarda, o toplumda bunun hesabı sorulur. Hesap veren var mı? Hesap veren yok. 7 kişi. Ne oldu da nasıl öldü. Geçtiğimiz günlerde 12 yaşında Nihat KAZANAN adlı genç bir kardeşimiz hayatını kaybetti. Hemen ardından İçişleri Bakanından, Başbakandan açıklamalar geldi. Bu olayın polisle alakası yoktur. Bu olayın polisin kullandığı silahlara bir ilgisi yoktur denildi. Bizzat İçişleri Bakanı ve Başbakan tarafından denildi.
Sonra bir başka ifade daha kullanıldı. Denildi ki, 12 yaşındaki Nihat KAZANAN isimli yurttaşımıza isabet eden cisim polis envanterinde kayıtlı değildir. Niteliği tespit edilemeyen bir cisimdir denildi. Aynen bunlar kullanıldı. Aynen bunlar kullanıldı. Ama değerli arkadaşlarım Başbakan, İçişleri Bakanı, halkın gözüne baka baka nasıl böyle bir yalanı söyleyebilirler?
Yani 12 yaşındaki bir çocuğun hukukunu korumak yani bütün dünyanın, demokratik dünya devletlerinin kabul ettiği temel bir ilke iken, siz 12 yaşındaki körpe bir çocuğun öldürülüşünü nasıl saklarsınız? Nasıl gizlemeye çalışırsınız? Yazıklar olsun size! Böyle bir devlet anlayışı olur mu? Sonunda ortaya çıktı ki, 12 yaşındaki çocuğa saplanan mermi. Ve bir polis tutuklandı. Başbakan, Başbakan olduğunu farz eden kişi, İçişleri Bakanı ne diyorsun? O polis niye tutuklandı? O çocuktaki mermi daha önce söylediğiniz gibi polis envanterinde kayıtlı olmayan bir mermi değildi. Bunu çıkın açıklayın. Polis kurşunu ile öldürülmüş bir çocuktur. Polis tutuklanmıştır. İçişleri Bakanı ve maalesef ülkemizin birliğini düzenini emanet ettiğimiz bir Başbakan herkesin gözünün içine baka baka yalan söylüyor.
Değerli arkadaşlarımız toplumumuzun gerçek gündemi bu. Bunun hesabını sormayacak mıyız? Böyle bir karanlık ilişkileri, polis şiddetini sorgulamayacak mıyız? Bunlar Türkiye’nin gerçek gündemidir. Bakın Başbakan Yardımcısı iki gün önce BM’lerde periyodik bir incelemede kan ter içinde kaldı. Karşılarına çıkıyor bütün bunların hepsi. Cevap veremedi. Önümüzdeki günlerde BM’in çıkaracağı raporu ibretle göreceksiniz. Gezi olaylarından polis şiddetine. Bütün Türkiye’deki anti demokratik uygulamalardan hepsine kadar hükümet hiçbir soruya cevap veremedi. Cevap veremediklerini de bir bir göreceksiniz.
Türkiye’nin gündemi bunlardır değerli arkadaşlarım. Polis şiddeti giderek artan anti demokratik uygulamalar ve mecliste yine komisyondan geçip muhtemeldir ki, önümüzdeki haftalarda görüşülmeye başlanacak İç Güvenlik Yasası bir atom bombası gibidir. Israrla söylüyorum. Hükümeti uyarıyorum. Bu yasayı geri çekin.
Bu yasa Türkiye’de çatışmaları artıracaktır. Türkiye’de otoriter bir rejimin artık son adımlarından bir tanesidir. Türkiye bu yasayı taşıyamaz. Valilere, polislere getirdiğiniz olağanüstü yetkilerle oluşturacağınız Emniyet yapısıyla ve Jandarmada İllerde İl Jandarma Alay Komutanlarını, İlçelerde İlçe Jandarma Bölük komutanını İçişleri Bakanlığına atama yetkisi veren bu yasayla siz Türkiye’deki bütün kurumları iktidarın tek parti devletinin hegomanyasına sokmaya çalışıyorsunuz.
Muhalefeti bastırmak, susturmak ve konuşamaz hale getirmek istiyorsunuz. En barışçıl gösteriyi dahi yaptırmamak istiyorsunuz. Yazıktır, günahtır. Türkiye’ye dinamit koyuyorsunuz, bomba koyuyorsunuz. Bu bomba patlar. Sizler de yok olursunuz. İç barışı zedelemeyin. Bu yasayı derhal geri çekin. Bu yasanın her türlü maddesi Anayasaya da çok açıkça aykırıdır. Bunun kabullenilmesi mümkün değildir. Bu konuda sivil toplumumuzla Cumhuriyet Halk Partisi üzerine düşeni yapmaya devam edecektir.
Değerli arkadaşlarım; bir başka gerçek gündemimiz. Yolsuzluk. Yolsuzluk oylamasında biliyorsunuz AKP’li 50 milletvekili farklı davrandı. Ama AKP’nin çoğunluk oylarıyla maalesef 4 bakan Yüce Divan’da aklanma fırsatını elinden kaçırdı. Esasında fırsatı elinden kaçıran bakanlardır. O iddialar onları hayat boyu, hatta hayatlarından sonra da sürükleyecektir, devam edecektir. Şimdi Mecliste oylamada Başbakan dedi ki, biz milletvekillerimizi serbest bıraktık, onlar vicdanlarına göre oy kullandılar. Bir milletvekili çıktı dedi ki, bu şekilde oy kullanan milletvekilleri ihanet içerisindedir.
Sonra AKP Grup Başkanvekili, O milletvekiline haddini bil dedi. Ama gerçeğini nasıl oy kullandıklarını, Sayın Burhan KUZU önceki gün bir televizyon programında, kuzu kuzu ifade etti.
Sayın Kuzu, kuzu kuzu şunları söyledi : “Oğlan bizim kız bizim.” Kim için bu sözler? Yüce Divan’da oylaması yapılan bakanlar için. Oğlan bizim, kız bizim. Elbette ki; yolsuzluklarda bizim. Eğer biz bunları gönderirsek, siyasi hayatımız biter. Neymiş değerli arkadaşlarım, siyasi hayatları bitermiş. Yani biz de biliyorduk AKP’liler siyasi rüşvetle oy kullandılar. Biz onları vicdanları ile başbaşa bıraktık derken, Sayın Kuzu kuzu kuzu yaptığı açıklamada, oğlan bizim, kız bizim, yolsuzluk bizim. Biz bunları gönderirsek siyasi hayatımız biter dedi. Yani AKP’nin milletvekilleri nasıl oy kullanmışlar bu şekilde, siyasi geleceklerini kurtarmak açısından tekrar milletvekili, bakan olmak açısından gitmişler, vicdanlarına sığmasada oy kullanmışlar. Burhan Kuzu bunu çok açık şekilde ifade etmiştir. Siyasi rüşvetle oy kullanıldığını belgelemiştir.
VİDEO 8
Gördüğünüz gibi Türkiye’nin gündeminde yolsuzluklar, işsizlik, iç güvenlik paketi, Cizre olayları, kaçak elektrik gibi vatandaşlarımızı çok yakından ilgilendiren hadise ve bunun gibi pek çok konu var. Bu konuyu unutturmaya çalışan iktidar sözcülerine ve Cumhurbaşkanı ‘nın yöneteceği algı operasyonlarına aldanmamamız gerekiyor.
Türkiye’nin konuşulması gereken gerçek gündemi bunlardır. Biz bu gündemleri konuşmaya devam edeceğiz. Yine dün mecliste ifade ettim. Yani yolsuzluklar saklanamıyor. Mızrak çuvala sığmayınca Meclis başkanı da yerinde duramıyor, değerli arkadaşlar. O da bir çaba içerisinde, herkes bu çabaya bir şekilde katkı sağlarım diye düşünmeye yöneliyor. Akşam yatağınıza başını koyduğunuz zaman çünkü vicdanınız sizi rahatsız ediyor ve dünde ifade ettik, sizler de ifade ettiniz. İşte dağıtılan bloknotlarla yolsuzluklar halkın iyice kolayca anlayacağı, rahatça cebinde taşıyacağı her yerde okuyacağı ve bilgi edineceği bir şekilde bir bloknota dönüştürülmüş durumda.
Meclis başkanı gerçekten yolsuzluklar konusunda bu tavrıyla ilginç bir uygulamaya imza attı. Hepimizi aydınlattı. Biz de ne yapsak vatandaşımıza bunu daha kolay anlaşılır bir hale getirsek diye çaba gösterdi. Hiç aklımıza gelmemişti. Sağ olsun Meclis başkanı bizim adımıza çalışmışlar, böyle bir çalışmayı yapmışlar, bende bu çalışmadan fazlasıyla faydalanıyorum. Açıp okuyunca bakanların yolsuzluklarını, onların ilişkilerini tekrar tekrar görme olanağı elde ediyorum. Çünkü diğer raporlar çok kalın, taşınması mümkün değil ama bu son derece cebinizde taşınabilir bir rapor. Alıyorsunuz, çıkartıyorsunuz her yerde kullanabiliyorsunuz.
Meclis başkanının bu uygulamasına ayrıca teşekkür ediyorum. Yolsuzluklarda mızrak çuvala sığmayınca meclis başkanı duyarsız kalmamış ve halkı bilgilendirme adına böylesi bir uygulamaya imza atmış. Ben kendisini kutluyorum ve konuşmama şu aşamada son veriyorum.
Levent Gök, basın mensuplarının yönelttikleri sorulara şu karşılıkları verdi:
SORU….
CEVAP:Cumhurbaşkanı bu konuların muhatabı değildir. Cumhurbaşkanı az önce belirttiğim gibi kendisine ait olmayan konularda konuşuyor. Türkiye’de yargı vardır arkadaşlar. Yargı karar verir. Ve bunun takipçisi Başbakandır, İçişleri Bakanıdır, Adalet Bakanıdır. Yani Cumhurbaşkanına ne oluyor ki!.. Daha ortada ne var ki? Cumhurbaşkanı kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşmaya devam ediyor, mahcup da oluyor. Ciddiye almıyorlar. Geçen gün Amerikalı bir yetkili açıklama yaptı, “böyle bir açıklama söz konusu değil dedi. Elbette biz bunun dışındayız. Cumhurbaşkanının da dışında kalması gerekir. Bu konuda ortada bir hükümet vardır. Yargı kararları varsa, koşulları varsa, iadesi mümkünse, elbette olabilir ama ortada daha herhangi bir yargı kararı olmadan, ya da bir şey olmadan Cumhurbaşkanının görevini aşarak bu konularda konuşması onun görevi değildir. Cumhurbaşkanı daha ciddi olmalıdır.
SORU….
CEVAP: bütün dünyada gezdiğimiz zaman arkadaşlar, bu tip Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık İdari binalarının, hatta Bakanlıklara ait binaların çok tarihi binalar olduklarını görüyoruz ve biliyoruz. Ve bunlara gıpta ile de izliyoruz. Yani bunlar tarihi yaşatmak için, tarihin simgelendiği bir kültürün damgasını vurduğu yerlerdir değerli arkadaşlarım. Böyle bir KAÇAK Sarayın inşaatı, o da gündemimiz içerisinde aslında, gereği yokken, Cumhurbaşkanlığı sarayından şu ana kadar hiçbir Cumhurbaşkanı mekan olarak şikayet etmemişken, böyle bir depdebeli KAÇAK saray inşaatı da tam da şimdiki Cumhurbaşkanının diktatörlük anlayışını yansıtan bir uygulamadır. Yani bütün dünyanın güldüğü bir uygulamadır. Yani dünyayı yöneten Obama’nın Washington’daki Beyaz Sarayı bunun 4 kat küçüğüdür. Buckingham Sarayı bunun 4-5 kat küçüğüdür değerli arkadaşlarım. Fransa’daki saray 200 yıldır kullanılıyor. Şimdi tarih yaşatılıyor tarih. Orada herkesin izleri var. Ama biz o zamanda söyledik. KAÇAK Sarayın yapılmasının nedeni Cumhuriyetle hesaplaşmaktır. Atatürk’ün izlerini silmek içindir. Ondan rahatsızlar. Çankaya dendiği zaman herkesin aklına zaten otomatik olarak Atatürk gelir. Şimdi o izleri silmek için yapılan bu çaba, bir de kendilerine muhafazakarız diye nitelendiren, muhafazakarlık birazda tarihine sahip çıkmayı gerektirir, tarih bilincini de gerektirir. Bunu da savunmayı gerektirir. Yani onları örtme Atatürk’ü, cumhuriyetin izlerini silme çalışmalarının tipik bir örneğidir. Biz bunları biliyoruz. Ama biz KAÇAK sarayı asla ve asla benimsemeyeceğiz. Bizim gönlümüz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün oturduğu Çankaya’da kalmaya devam edecektir.
SORU:
CEVAP: İkinci sorunuzdan başlayım. Az önce ifade ettiğim gibi, bir klasik tavırdır bu. Bir konu ortaya atılır, tartışılsın ve kamuoyunda bir yer etsin anlayışıyla ortaya atılan bir çalışmadır. Ben ciddi bir altyapısı olduğunu inanmadığım bu çalışmada aslında AKP kurmaylarının Sayın Ahmet İyimaya’nın, Sayın Sadık Yakut’un daha önceki dönemlerde bu konulardaki yaptığı ve başkanlık sistemine çok karşı olduğu açıklamaların biliyoruz. Ellerimizde var bu belgelerin hepsi. Nasıl yapacaklarını, nasıl edeceklerini açıkçası biz bilmiyoruz, duyuyoruz ama bu bir toplumda tartışma yaratarak başkanlık sistemine hazırlamak gibi olarak gözüküyor ortalıkta. Bunun dünyada uygulanan örnekleriyle Türkiye’deki uygulanması planlanan örnekleri çok farklıdır. Yani dünyadaki başkanlık sistemine baktığınız zaman az öncede belirttiğim gibi, çok önemli denetim mekanizmalarının oluşturulduğu sistemler vardır. Başkan artık orda nerdeyse bir sembolik görevi ifade eder. Böyle bir konuyu arzu etmediğini biliyoruz. Az önce dediğimiz gibi paranın da musluğun da başına ben geçeyim anlayışı hala hüküm sürüyor cumhurbaşkanında. Bu anlayışın Türkiye’deki gerçek gündemi de ötelemeye yönelik olduğunu da düşünüyoruz. İşsizliği unutturmak, kıdem tazminatını unutturmak, Cizre’yi unutturmak, adaletsiz uygulamaları unutturmak adına bir söylem geliştiriliyor. Buna aldanmadan, gerçek gündemimizi konuşmamız gerekiyor.
İkinci soru hukuki bir konudur değerli arkadaşlarım. Ben hukukçuyum, yani hukuki gereklikleri varsa bunların hepsi olabilir. Hukuki bir gereklilik yoksa, ortada herhangi bir mahkeme kararı yoksa, ortada sonuçlanmış bir olay yoksa ne yapabilirsin ki. Yani biz hukuk devleti diyorsak, hukuka uymak zorundayız. Sorunuza cevabım, hukuk devletinde herşey hukuk içerisinde olur. Yasalarla belirlenmiş kurallar varsa, gereği yapılır. Yoksa ortadan kimse konuşamaz. Hele cumhurbaşkanı hiç konuşamaz. Bizim yaklaşımımız budur.
SORU:
CEVAP: Tabi bakın bu konuda önemli. Yine cumhurbaşkanının geçtiğimiz haftalarda açıklamalarınız izlediniz. Özerk olması gereken Merkez Bankası’na haddinizi bilin açıklamaları yapıldı değerli arkadaşlarım. Merkez Bankası’nı adeta faiz indirimine cebren, nüfuz suiistimali ile, baskı ile zorladılar. Bunun açıklaması bu. E tabi faiz, bir ekonomik kararın bir tanesini alınca, ötekisi ortaya çıkıyor. Faizleri indirmeye başlayınca, dolar yükseliyor değerli arkadaşlarım. Bunun, doların yükselişinin sebebi de Cumhurbaşkanının dayattığı ve direttiği bu ekonomik yaptırımdır. Altında yatan şey budur. Merkez Bankası, 2001 yılında özerk hale getirmişiz. Bu kurumların özerk hale gelmesi , o zamanki Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizden sonra bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.
Bazı kuruluşlara karışmayacaksın değerli arkadaşlarım. Onlar kendi ekonomik göstergelerine göre karar alacak. Siyasi otorite girmesin diye onlar özerk hale getirildi. Bağımsız hale getirildi. Ama cumhurbaşkanı, yani başbakan söylese bir derece anlayacağız hani, ama cumhurbaşkanının bunlarda bir yetkisi yok değerli arkadaşlarım. Ama Cumhurbaşkanının yetkisi yok etkisi var.
Maalesef Cumhurbaşkanı ekonomiyi de etkiliyor. Dolar yükselişi de bu açıklamalara bağlıdır.
ARTUKLU HABER AJANSI-ANKARA