Tarih: 06.02.2016 18:37

DİN GÖREVLİLERİ İŞTİŞARE TOPLANTISI MARDİN`DE YAPILDI

Facebook Twitter Linked-in

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Güneydoğu’da görev yapan din görevlileriyle Mardin’de bir araya geldi.

Mardin Yay Grand Otel’de gerçekleşen ‘Güneydoğu’da görev yapan Din Görevlileri İstişare Toplantısı’nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, aslında bu toplantının bir istişare toplantısından çok bölgede görev yapan din görevlilerinin dertlerini dinleme, onlarla hemhal olma ve bir moral motivasyon toplantısı olduğunu kaydetti.

Diyanet İşleri Başkanlığının üst düzey yöneticilerinden oluşan büyük bir heyetle Mardin’e gelen Başkan Görmez, son zamanlarda yaşanan olaylardan dolayı çeşitli zorluklarla karşılaşan din görevlilerine ‘Geçmiş olsun’ dileklerini ileterek “Bu toplantının birinci gayesi, sizlerle dertleşmek, sizlerle hemhal olmak ve çektiğiniz sıkıntıları paylaşmaktır. Zor günler geçirdiniz. Çocuklarınız, aileleriniz aynı zorluklara katlandı. Bu sebeple hem şahsım adına, hem de Diyanet İşleri Başkanlığındaki bütün arkadaşlarım adına her birinize ‘geçmiş olsun’ demek üzere huzurunuzda bulunuyorum” dedi.

Güneydoğudaki terör saldırılarının son günlerde camileri hedef aldığını, buna rağmen hiçbir din görevlisinin görev yerini terketmediğini de aktaran Başkan Görmez, gösterilen her türlü çaba, gayret ve fedakarlıktan dolayı teşekkür ederek, şunları söyledi;

“Terör saldırılarında Allah’ın evleri hedef alındı…”

Bilhassa terörün en çirkin yüzünü gösterdiği zamanlarda şehirler tahrip edilirken sizler de büyük zararlar gördünüz. Aileleriniz, çocuklarınız zararlar gördü. Bazılarınızın yakınları vefat etti, başınız sağ olsun. Bazılarınızın evleri yıkıldı, harabeye döndü. Bunları biliyorum. Görev yaptığınız ve her birinizin yapımında emeği olan nice camiler, mabetler içinde ibadet edilemez hale geldi. Allah’ın evleri hedef alındı. Allah’ın evleri kötü emeller için adeta karargâh haline getirildi. Nice mabetler harabeye döndü, nice kitaplar yakıldı, tarihi eserler tahrip edildi. Camilerinizden, cemaatlerinizden mahrum oldunuz. Ezanı okuyamadığınız zamanlar oldu. Üzüldünüz, mahzun oldunuz, gözyaşlarınızı içinize akıttınız; bunu biliyorum, hepinize geçmiş olsun. Bazılarınızın Kur’an kurslarını kapatmak zorunda kaldı, eğitime-öğretime ara verdiniz. Bazılarınız öğrencilerinizi başka illere gönderdiniz, başka illerdeki Kur’an kurslarına taksim ettiniz. Onlar zarar görmesin diye gözyaşlarıyla başka yerlere taşıdınız, üzüldünüz, tekrar geçmiş olsun.

“Mihrabın izzetinden, minberin şerefinden, ilmin haysiyetinden taviz vermeyen her din gönüllü arkadaşıma teşekkür ediyorum…”

Her şeyden önce her birinizi gönülden tebrik ediyorum. Kendi mekânlarınızı, şehirlerinizi terk etmediğiniz için. Görevinizin başında yer almaya devam ettiğiniz için. Camileri yetim bırakmaya niyetli olmadığınız, asla aklınızdan fikrinizden geçirmediğiniz için. Zor zamanlarında milletimizin yanında yer aldığınız, onları her türlü terörden, tedhişten korumak ve muhafaza etmek için gösterdiğiniz her türlü çabadan ve gayretten dolayı her birinize teşekkür ediyorum. Bu süreçte olağanüstü kahramanlıklar gösteren arkadaşlarımız oldu. Sabırla, teenniyle büyük bir çaba ve gayretle barışta ısrar ettiniz. Barışı, güveni, huzuru tesis etmek için çalıştınız. Mihrabın izzetinden taviz vermediniz. Minberin şerefinden, ilmin haysiyetinden taviz vermemek için çaba gösteren her arkadaşıma, her din gönüllüsüne, her din görevlisi arkadaşıma buradan ben teşekkür etmeyi, yerine getirilmesi gereken bir vazife addediyorum.

“Ezan susmasın diye evinin mahzenine merkezi sistemi taşıyarak beş vakit ezan sesini eksik etmeyen arkadaşlarımı tebrik ediyorum…”

Taviz vermeden canhıraş bir şekilde görevini aksatmayan bütün arkadaşlarımızı canı gönülden tebrik ediyorum. Mardin, Şırnak, Diyarbakır müftülerimizi, Cizre, Silopi, Nusaybin, Silvan, Sur, İdil, Dargeçit müftülerimizi ve buralarda görev yapan bütün arkadaşlarımızı, cami görevlilerimizi, imam, hatiplerimizi, müezzinlerimizi, vaizlerimizi, Kur’an kursu hocalarımızı en kalbi duygularla tebrik ediyorum. Evleri yıkılıp harabeye döndükleri halde görevini ve şehrini bırakmayan arkadaşlarımız var. Ezan susmasın diye evinin mahzeninde merkezi sistemi taşıyarak şehrin semalarından beş vakit ezan sesini eksik etmeyen arkadaşlarımız oldu. Telefonda ‘geçmiş olsun’ deyip teselli etmek için aradığım arkadaşlarım beni teselli etmeye çalıştılar.

“Şimdi yaraları sarma zamanı…”

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak yaşadığımız bu acılardan sonra bir kampanya başlattık. Kampanyamızın başlığı, ‘Şimdi Yaraları Sarma Zamanı’ Şimdi yaraları sarmak için hep birlikte harekete geçmiş bulunuyoruz. Bizim gayemiz sadece maddi bir yardımdan ibaret değil. Çünkü yaraları sarmak sadece maddeyle gerçekleşmez. Öncelikle bizler bu kampanyanın manevi boyutuna çok daha önem vermeliyiz. Türkiye’deki bütün din gönüllüsü arkadaşlarımızla birlikte harekete geçmeliyiz ve milletimizin bütün bu yaralarını sarmalıyız. Dünyadaki bütün mazlumların yaralarını sarmaya çalıştığımız gibi kendi ülkemizde birlikte bu vatanı kurduğumuz, birlikte burada birliğimizi, kardeşliğimizi inşa ettiğimiz bu topraklarda nerede bir gözyaşı dökülüyorsa, o gözyaşını silmek bizim görevimiz olmalı. Her birimizin kayıplarını birlikte telafi etmeliyiz. Evini kaybedenin evini birlikte onarmalıyız. Evi yıkılan arkadaşımıza hep birlikte ev olmalıyız, yuva olmalıyız.

“Şehirlerde açılan çukurları kapatmak kolaydır, fakat zihinlerde ve kalplerde açılan hendekleri kapatmak zordur…”

Şehirlerde açılan çukurları kapatmak kolaydır, fakat zihinlerde ve kalplerde açılan hendekleri kapatmak zordur. İşte bu zor görev sizin görevinizdir. Bize düşen asli görev; zihinlerde ve kalplerde açılan hendekleri kapatmaktır. Onları kapatmak bizim birinci vazifemizdir. Milletimizin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini, barış ve huzurunu yeniden inşa etmeliyiz. İşe önce kendimizden başlamalıyız. Aramızda nice seydalar, alimler, hocalar var. Diyanet camiası olarak mihrap görevlileri, minber görevlileri olarak hep birlikte bir özeleştiri yapmak durumunda değil miyiz? Diyanet ailesi olarak 100 bin din gönüllüsü olarak bu ülkede vazifemizi hakkıyla yerine getirebilseydik, Allah’ın emrettiği o kardeşliği birlikte inşa etmek için vazifelerimizi hakkıyla yerine getirebilseydik, acaba milletimiz bu acıları, bu bölünmeleri, bu tefrikaları yaşar mıydı?

“Eğer biz çocukları, gençleri ilimle, irfanla donatabilseydik, eli kalem tutacak çocukları, okullardan çalıp dağlara kaçırabilirler miydi…”

Eğer biz gönülleri imar edebilseydik birileri gelip o gönüllerde hendekler açabilir miydi? Eğer biz gençlerimizin, çocuklarımızın zihin dünyalarını İslam’ın tevhit ve vahdet şuuruyla gergef-gergef örebilseydik birileri onların akıllarını, zihinlerini çalabilir miydi? Eğer biz çocukları, gençleri ilimle, irfanla, marifetle, hikmetle donatabilseydik, eli kalem tutacak çocukları, gençleri birileri şehirlerden, okullardan, mekteplerden, medreselerden çalıp kızıyla-erkeğiyle dağlara kaçırabilirler miydi acaba? Eğer biz hakkıyla vazifemizi yapsaydık, cemaatimize karşı, halkımıza karşı, milletimize karşı, çocuklarımıza ve gençlerimize karşı bizler hakkıyla görevimizi yerine getirebilseydik, acaba bunlar başımıza gelir miydi? Eğer biz gençlerimize Allah sevgisini yerleştirebilseydik, eğer biz gençlerimize Muhammed Mustafa’nın merhametini anlatabilseydik, camilerimize kapanmasaydık, mihrabı sırtımıza alıp sokak, sokak, ev ev, köy köy, kasaba kasaba camideki barışı, mihraptaki merhameti evlere taşısaydık, bu yaşadıklarımız olur muydu? Eğer biz gerçekten Allah’ın dinini doğru anlatabilseydik, cahiliye asabiyesiyle İslam’ın o muhteşem vahdetini birbirinden tefrik ederek milletimize doğru anlatabilseydik, bu acıları yaşar mıydık? Bu özeleştiriyi Diyanet’te görev yapan her düzeydeki arkadaşımızın yapmak durumunda olduğunu ifade etmek istiyorum.

“Bizim için asıl büyük tehlike, bu tür bölücü ideolojilerin camilerimize, mihraplarımıza, minberlerimize taşınmasıdır…”

Bizim için asıl büyük tehlike, bu tür yıkıcı, bölücü, mülevves ideolojilerin camilerimize girmesi, mihraplarımıza bulaşması, minberlerimize taşınmasıdır. Öncelikle iki gün boyunca birbirimizle dertleşirken üzerinde durmamız gereken en önemli konu, minberlerimizin haysiyetini, mihraplarımızın şerefini, ilmin haysiyetini koruma konusunda bize düşen görevler nelerdir, biz neler yapabiliriz? Hak ile batılı karıştırmadan, Hakk’ı Hak bilip milletimize doğru anlatmak için üzerimize düşen görevler nelerdir? Hep birlikte müzakere edeceğiz.

“Bize düşen en önemli görev, Hz. Peygamberin mihrabının, minberinin Allah’ın tel’in ettiği ideolojilerden uzak durmasını sağlamak olacaktır…”

Elbette bize düşen en önemli görevlerden bir tanesi, Hz. Peygamberin mihrabının, minberinin Allah’ın tel’in ettiği düşüncelerden, ideolojilerden uzak durmasını sağlamak olacaktır. Biz öncelikle camilerimizi, minberlerimizi, mihraplarımızı iki kötülükten korumalıyız hep birlikte. Birincisi; her türlü yıkıcı, bölücü, müminler arasındaki o cahiliye asabiyesi olarak Resulü Ekrem Aleyhisselam’ın adlandırdığı kötülüklerden korumak. İkincisi de; etrafımızı kuşatan, İslam dünyasını kuşatan ve birtakım İslam’ı kullanan birtakım tekfirci, tedhişçi ideolojilerden camilerimizi, minberlerimizi, mihraplarımızı korumak. Vasat bir ümmet olarak, her türlü ifrattan ve tefritten uzak olarak, her türlü yanlış düşünceden uzak olarak orta yolu, itidali kendi cemaatimize anlatmak gibi bir vazifemiz olduğunu unutmamalıyız.

“Bizim görevimiz, zihinlerde ve kalplerde açılmak istenen hendekleri kapatmaktır…”

Bizi bekleyen diğer bir tehlike, görev tanımlarımızı gözden geçirmeyip görevlerimizi sadece namaz kıldırmaktan ibaret kabul etmektir. Biz atanmış din görevlisi değil adanmış din gönüllüsü olmak zorundayız. Atanmış din görevlisi değil adanmış din gönüllüsü olmadan vazifelerimizi hakkıyla yerine getirmiş olamayız. Bizim görevimiz, sadece camiye kendimizi hapsedip sadece namaz kıldırmak değildir. Bizim görevimiz, aynı zamanda milletimizin birliğini, beraberliğini, kardeşliğini, huzurunu birlikte inşa etmektir. Bizim görevimiz, nerede sokakta kalmış bir çocuk varsa ona sahip çıkmaktır. Bizim görevimiz, zihinlerde ve kalplerde açılmak istenen hendekleri kapatmaktır. Bizim görevimiz, nerede bir gözyaşı dökülüyorsa orada olmaktır. Bizim görevimiz, eğer yaşadığımız bir yerde kan dökülüyorsa o kanı durdurmaktır. Din hizmeti dediğimiz zaman sadece ibadete indirgemek, sadece namaz kılmaya, namaz kıldırmaya indirgemek, bu dine yapılabilecek en büyük haksızlıklardan bir tanesidir. Onun için öncelikle birlik, vahdet için çalışmak her birimizin görevidir.

Bölgede görev yapan İmam-Hatipler, Müezzinler, vaizler ve müftülerin katıldığı toplantı Mardin’de iki gün boyunca devam edecek. 

 

ARTUKLU HABER AJANSI-MARDİN




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —