Amsterdam Tartışmaları'nın 52'ncisi, alışılmışın dışında farklı bir formatta yapıldı. Türkevi Araşıtırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör'ün inisiyatifi ve Ahmet Suat Arı'nın moderatörlüğünde yapılan toplantıda, “Hollanda-Türkiye Diplomatik Krizinin Etkileri ve Bunu Aşma Yolları” ele alındı. Yuvarlak masa toplantısı şeklinde gerçekleştirilen toplanrıya, Hollanda Türkleri'ne hizmet etme gayreti içinde olan, çeşitli siyasi ve dünya görüşüne sahip akademisyenler, STK temsilcileri, kanaat önderleri, yazar ve sanatçılardan oluşan bir grup katıldı.
Son yıllarda zaten oldukça hassas hale gelmiş olan Hollanda-Türkiye ilişkileri, 11 Martta Hollanda’nın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni vermemesi ve karayoluyla Hollanda’ya gelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya da toplantı izni vermemesi ve Bakan'ın zorla yurt dışı edilmesiyle krize dönüşmüştü.
Aynı günün akşamı, Rotterdam’da Bakan'a destek için gelen Türkler ile polis arasında arbede çıkmış ve polis orantısız güç kullanmıştı. Bunu takip eden günlerde, iki ülke yetkilileri karşılıklı restleşmelere devam edince, 400 yılı aşkın diplomatik ilişkilerin ve dostluğun ilk krizi ortaya çıkmış oldu.
Amsterdam Tartışmaları katılımcıları, ortaya çıkan bu olumsuz durumdan oldukça rahatsız olduklarını ve bundan en çok Hollanda Türkleri'nin etkilendiğini ifade ettiler. Katılımcılar bu krizin, mevcut sorunların çözümünü zorlaştırdığı gibi, yeni sorunlara da yol açabileceği, hatta bunun etkilerinin daha şimdiden hissedilmeye başlandığını belirttiler. İki ülke toplumuyla birlikte yapılan faaliyetler mevcut atmosfer dolayısıyla ya iptal edilmekte ya da ertelenmektedirler. Bunlara en somut örnek, her yıl Mayıs ayında düzenlenen Altın Lale Film Festivali'nin Ekim ayına ertelenmesidir. Katılımcılara göre bu durum, iki ülke arasında var olan bir çok ilişkide de kendini göstermektedir. Toplantıda, özellikle turizm, ticaret, karşılıklı ziyaretler ve bilgi alış verişinin krizden olumsuz yönde etkilendiği de belirtildi.
Katılımcılar, Hollanda-Türkiye diplomatik krizinin, kendilerinin dışında geliştiğini, Hollandalı yetkililerin varsayımlarla hareket edip, olayı gereksiz yere bu noktaya taşıdıklarını belirttiler. Bazı katılımcılar, kriz sürecinde Hollanda Türkleri'nin hem kendi aralarında hem de yetkililerle oturup konuşması halinde, krizin önüne geçilebileği mümkünken, bu fırsatın değerlendirilemediğini ifade ettiler, bazıları da krizin özellikle ç ıkarıldığını iddia ettiler.
Katılımcılar, ortaya çıkan bu durumdan her halükarda en çok Hollanda Türkleri'nin etkilendiğini ve her alanda zaten var olan ayrımcılığın, bu gerginlikle daha da artıp, hayatın her alanına etki etmeye başladığının da altını çizdiler.
Türkler'e konuyla ilgili olarak yerli yersiz fikirleri sorulduğu ve beklenen cevap alınamayınca da olumsuz tavır takınıldığına şahit olunduğu dile getirilen toplantıda, artık Hollanda Türkleri için alakalı alakasız her yerde sorulan “Erdoğan hakkında ne düşünüyorsun?” şeklinde tezahür eden yeni bir ‘sınav sorusu’nun sorulmaması gerektiği belirtildi. Bu durumun özellikle sosyal hayatta oldukça olumsuz tecrübe edildiği, ancak en olumsuz etkisinin ayrımcılığa sebep olmasıyla hissedileceği de katılımcılar tarafından ifade edildi. Toplantıda, Hollanda Türkleri'nde şu an itibariyle bir tedirginlik, korku ve güvensizliğin hakim olduğu da ifade edildi.
Hollanda Türkleri'nin, adeta bir futbol topu gibi, iki ülke siyasetçileri tarafından bir o yana bir bu yana savruldukları, siyasi çıkarlar uğruna kendilerinin feda ve istismar edildiği de bazı katılımcılar tarafından ifade edildi. İki ülke arasında ortaya çıkan gerginliğin, özellikle popülist partilerin ekmeğine yağ sürdüğünü belirten katılımcılar, bu durumun etkisinin önümüzdeki dönemlerde, bugüne kadar elde edilen kazanımların yeniden tartışmaya açılmasıyla daha net görüleceğini ifade ettiler. Nitekim daha şimdiden 'çifte vatandaşlığın aidiyet sorunu yarattığını ve haliyle kaldırılması gerektiği tartışılmaya başladı bile' diyen bazı katılımcılar, Hollanda Türkleri'nin bir seçim yapmaya zorlandığını ve bunun tamamen popülist kaygılara dayandığını da ifade ettiler.
Aidiyetin hukuki bir olgu olmadığı, tam aksine hissi ve kültürel bir olgu olarak yaptırımlarla etkilenemeyeceğini belirten bazı katılımcılar, yanlış olan bu tartışmanın sonlandırılması gerektiğini söylediler.
Katılımcıların, üzerinde hemfikir olduğu bir başka husus ise, 15 Temmuz darbe kalkışmasının, Türk toplumun kimyasını bozduğu ve bunun yansımalarının her alanda hissedildiğidir. İki ülke arasında ortaya çıkan bu gerginliğin temelinde de, bu kalkışmanın sebep olduğu öfke patlamasının yattığı ve bu durumun gençleri oldukça etkilediği de yapılan bir başka tespit oldu.
Öne çıkan bir başka tespit ise, Türkler'in diğer gruplara nazaran anavatanlarına daha fazla sahip çıktıkları ve büyük bir bölümünün Hollanda’daki sorunlarının Türkiye tarafından çözüleceği inancı ve beklentisine sahip olduklarıdır. Bu bakış açısının da, Türkler'in Hollanda’da kendi yağında kavrulabilen bir grup olmasını engellediği gibi, kurumlaşma sürecini zorlaştırdığı belirtildi.
Bazı katılımcıların, Türk toplumunun ciddi bir özeleştiri yapması gerektiğini söylemesi üzerine, bazıları kendimizi suçlayarak bir yere varamayacağımızı, yapmamız gerekenin güçlü ve zayıf yönlerimizi tespit edip ona göre hareket etmemiz gerektiğini ifade ettiler. Yıllar önce başlatılan ‘uyum başarısız oldu’ safsatasını ciddiye almamamız gerektiği, 500 bin civarında nüfusa sahip bir toplumdan, 20 bin civarında girişimci çıkaran ve bunlarla 50 bin civarında istihdam sağlayan, her sektörde başarılı temsilcileri olan bir grubun uyumunun, başarısız olduğunu iddia etmenin mümkün olmadığını belirten bazı katılımcılar, yapılması gerekenin, top yekûn suçlamak yerine, karar vericilerin dikkatlerinin sorunlarımıza çekilmesi gerektiğini de ifade ettiler.
Tartışmaya katılanların bu tespitlerinden sonra krizi aşma yönündeki düşünce ve teklifler dile getirildi. Toplantıya katılanlar, 11 mart tarihinde başlayan ve yer yer devam eden Hollanda-Türkiye diplomatik krizinin bir an önce ortadan kaldırılması yönünde sorumluluk almak istediklerini ifade ettiler. Toplantıda genel olarak, 'Hollandalı Türkler'in bu ülkede yaşadığını ve geleceklerinin de burada olduğunu kabul ederek, bunun gereğini yapıp bu bilinçle çalışmalarına yeniden bir şekil vermelidirler' tezi savunuldu. Toplantıda, bizim durumumuzu, her iki ülkenin de kabul etmesi gerektiği ve iki ülke arasında seçim yapmaya zorlanmamızın, sorunların önüne geçmeye faydasının olmayacağı de belirtildi.
Hollanda Türk toplum temsilcileri, 'hem Türkiye hem Hollanda karar vericileri, resmi ve sivil aktörleriyle yoğun bir ilişki ve diyalog içine girmeli ve onların dikkatleri kısır tartışmalardan çekilip toplumumuzun gerçek sorunlarına çekilmelidir' dediler ve bu bağlamda herkesin kullandığı dil ve ifadelere de dikkat etmesi gerektiğini ifade ettiler.
İşe, koalisyon görüşmeleri yapan dört partiye, hem tartışmada dillendirilen konulara hem de genel sorunlarımıza dikkat çeken bir mektup göndermek suretiyle başlanabileceğini söyleyen katılımcılar, aynı minvalde bir mektubun da 16 Nisan referandumu sonrası Türk yetkililere de gönderilebileceğini belirttiler.
Toplantıda, ifade edilen önerilerden birisi de, Hollanda Türkleri'nin öncelikle kendi aralarında olmak üzere, Hollanda kurum ve kuruluşlarıyla ortak çalışmalar geliştirmesi ve var olanların da artırılması gerektiği oldu. Her ne kadar ırkçılık ve islamofobi günden güne hissedilir derecede artsa da, hala Hollanda halkının büyük bir kısmının sağduyu sahibi olduğu ve olumsuz havayı değiştirmek için muhtemel partnerlerin olduğuna vurgu yapıldı.
Katılımcıların tamamının hemfikir olduğu öneri, birlikte çalışma kültürünün mutlaka geliştirilmesi gerektiği oldu. Bunun için pek mümkün olmadığı defalarca tecrübe edilen, herkesi içine alan bir birlikten ziyade, en azından asgari müştereklerini belirleyebilenlerin birlikte hareket etmesi gerektiğiydi. 'Şayet bu yapılabilirse, hem karar vericilerin bizi ciddiye alıp düşünce ve önerilerimizi değerlendirmeleri sağlanabilir, hem de bu ülkedeki fırsattan azami seviyede faydalanmış olunur' dendi.
Asgari müşterekler konusunda, Hollanda ve Türkiye bazında büyük farklılıklar olduğu, Hollanda’daki asgari müştereklerimizi belirlemede pek bir sorun yaşanmadığı, ancak Türkiye söz konusu olunca, bir türlü asgari müştereklerin belirlenemediği de bazı katılımcılar tarafından ifade edildi.
Birkaç katılımcı tarafından dile getirilen bir başka öneri ise, akademik çevrelere araştırmalar yaptırıp elde edilen sonuçları, Türk toplumu temsilcilerinin de görüşleri alınarak hem kamuoyuna hem de karar vericilere sunmak yönündeydi.
Toplantı, Amsterdam Tartışmaları'nda ifade edilen tespit ve önerilerin, en kısa zamanda, özellikle Türkiye ve Türkler hakkında, Hollanda medyasında haber, yorum ve söyleşi yapan Hollandalı gazetecilerle yuvarlak masa toplantısı düzenleyerek paylaşılacağı, Türkevi tarafından katılımcıların bilgisine sunulmasıyla sona erdi.
Veyis Güngör'ün değerlendirmesi
Toplantı sonrasında, Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör ile, durum değerlendirilmesi için bir söyleşi yaptım. Güngör ile söyleşim şöyle gelişti:
- Bu akşamki toplantının konsepti, alışılmış olandan başkaydı. Nedir bu başkalık?
-'Öncelikle bir konuya dikat çekmek isterim. O da sözkonusu toplantının, Hollanda Türk toplumu ve elbette Hollanda hakkında sorumluluk hisseden ve taşıyanlarca yapılması takdire şayan bir girişimdir. Bu takdir, yalnız toplantıyı organize edenlerle sınırlı olmayıp, aynı zamanda toplantıya katılma nezaketi ve cesareti gösterenler açısından da takdire şayandır.
Bu takdir, ancak Hollanda Türkleri'nin neler htiklerini hissedenler tarafında daha iyi anlaşılır.'
-Toplantıya katılan kanaat önderlerinde, geçmiş toplantılardaki gibi bir rahatlık sezinleniyor muydu?
-'Toplantıya katılanların genelinde, krizin sebep olduğu bir rahatsızlık vardı. Davdanışlarında, konuşmalarında, sorunlara yaklaşımlarında adeta bir tutukluk, tedirginlik, kuşku ve korku görülür gibiydi. İfade edilmesi bir hayli zor olan bir rahatsızlık sözkonusuydu adeta. Herkesin herkesten, ama daha çok kurumlara duyulan bir kuşku var sanki. Aslında bu haleti ruhiye, son haftalarda Hollanda Türk toplumunun genelinde var olan bir hal.'
- Hollanda Türk toplumu içinde nasıl bir psikoloji hakimdi?
-' Bu psikoloji, aslında 15 Temmuz kanlı darbesinin Hollanda Türkleri'ne yansımasıyla başlamıştı. Kanlı darbe girişimiyle insanımızın kimyası bozuldu adeta. Çünkü Hollanda Türk toplumu, aidiyet duydukları ülkede demokrasiye indirilmek istenen kanlı kalkışma karşısında olağanüstü sarsılmıştı. Ellerinden fazla bir şey gelmediği için de çok kızıyorlar, kahroluyorlar ve büyük hayal kırıklığı yaşıyorlardı. Bunun üstüne, hiç te hesapta olmayan 11 Mart krizi geldi çattı. Öyle ki, kendileri dışında gelişen diplomatik krizin günlük hayatta muhatapları Hollanda Türkleri olmuşlardı. Hatta bir çok konuda tavır belirlemeleri taraf olmaları bekleniyordu. Toplum olarak elli yıllık göç serüveninin en zor dönemlerinden biri yaşanıyor. Bu süreç ve böyle bir psikoloji insanı yoruyor. Bunun sürdürülebilirliği mümkün değildir.'
-Bir de fırsatçılar ve kışkırtmacılardan söz ediliyor.
-'Toplantı sonrasında salon önünde sohbet ederken, Hollanda Türk toplumunu iyi tanıyan ve gözlem yapan bir katılımcının tesbitleri oldukca ilginçti. Ona göre, Hollanda Türk toplumunun yaşadığı bu zorlu süreci fırsat bilen bir kısım tipler, gruplar da kışkırtmacılık yapıyordu.'
-Kimler ve nasıl kışkırtmacılık ve fırsatçılık yapıyor?
-'Muhatabıma, 'Kimler' diye ister istemez sordum. Aldığım cevap şöyleydi: “Aslında bunlar uzun zamandır varlar. Ancak, 15 Temmuz kanlı darbesinden sonra çok daha belirginleştiler. 11 Mart krizi işlerine yaradı. Provakatif etkinliklerine devam ediyorlar. Ortalığı karıştırıyor, bireylere çamur atıyor, hedef gösteriyor, kişi ve kurumları zan altında bırakıyorlar. Bu grubun mensupları dünya görüşü olarak farklı bir yerde olmalarına rağmen kendilerini AK Partili veya sempatizanı olarak lanse ediyorlar. Öyle ki, kişisel hesaplaşmalarını bile FETÖ üzerinden yapıyorlar. Yaptıklarıyla toplumun bölünmesi, kamplaşması ve kutuplaşmasına hizmet ediyorlar.’
- Peki, muhatabınıza bunların kimler olduğunu sordunuz mu?
-' Evet, muhatabım, toplum için tehlike arzeden bir başka gruptan bahsetti. 'Onlar kim' diye sordum. Cevabı aynen şöyleydi: “Diğerlerinden farkları yok bunların da. Masum rolüne bürünen ve Erdoğan düşmanlığını Türkiye düşmanlığı ile birlikte yürüten FETÖ mensupları ve sempatizanları da hummalı bir çalışmanın içindeler. Bir taraftan, tanınmış Hollanda kurumlarının isimlerine benzer yeni kuruluşlar hayata geçirerek, Hizmet (!) hareketini anlatan organizasyonlar yapıyorlar. Güya Hollandalılar'ı uyutuyorlar. Diğer taraftan da, 'şu isimler Hollanda’daki Erdoğancılar' diyerek Hollanda medyasına ve karar vericilerine bir takım listeler vererek jurnalcilik yapıyorlar. Bununla hayatlarının tehlikede olduğunu belirtiyorlar’.
- Peki bu sohbetten ne anlam çıkardınız?
-'Anlatılanlardan öyle analaşılıyorki, her iki grup da Hollanda Türk toplumu için tehlikeli ve zararlı. Hollanda Türk toplumu arasında gereksiz korku, kuşku, şüphe oluşturup bunları besliyorlar. '
- Peki bütün bu olumsuz gelişmelerden Hollanda Türk toplumu kazançlı çıkabilir mi?
-'Kanaatimce çıkabilir. Her kriz, her olumsuz gibi görünen gelişme, yeni ve faydalı girişimlere sebep olabilir. O zaman, toplum olarak sözkonusu krizi ve toplumu rahatsız eden gelişmeleri fırsat bilip yeni stratejiler geliştilebilir. Bölünme, ayrışma ve kuruplaşma yerine hem içeride hem içinde yaşadığımız toplum ile bütünleşmenin yolları düşünülebilir. Zira az önce ifade edilen psikoloji, şu günlerde yaşanan bir haldir. Sürdürülebilirliği yoktur. O zaman, Hollanda Türkleri bu krizi, geçici psikolojiyi fırsata çevirmelidir.'
-Peki bu akşamki toplantı bir sürecin başlangıcı olabilir mi?
- '52'nci Amsterdam Tartışmaları, bu sürecin en somut başlangıcı olmuştur. Bundan sonra yapılması gerekenlerin neler olacağı, daha sonraki tartışmalarda konuşulacaktır.'
ARTUKLU HABER AJANSI-HOLLANDA
HABER:İLHAN KARAÇAY