Artuklu İlçe Müftülüğü din görevlilerine insan hakları konulu bir konferans düzenledi. Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ahmet Ceylan tarafından verilen konferans Müftülük Toplantı salonunda gerçekleştirildi.
Artuklu İlçe Müftülüğü din görevlilerine insan hakları konulu bir konferans düzenledi. Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ahmet Ceylan tarafından verilen konferans Müftülük Toplantı salonunda gerçekleştirildi.
Konferansa İl Müftüsü Dursun Ali Coşkun, Prof.Dr. İbrahim Özcoşar, İl Müftü yardımcıları İsmail Ünal, Şadiye Yılmaz, Artuklu İlçe Müftüsü Mustafa Ali Işık, din görevlileri, Kur’an Kursu Öğretmenleri ve müftülük personeli katıldı.
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Ceylan Konferansa başlamadan önce Mersin İl Müftülüğüne atanan Dursun Ali Coşkun’a hayırlı olsun dileklerini iletirken yeni görevinde de başarılar diledi.
Daha sonra konferansa başlayan Ceylan, İnsan hakları kavramının 16. yüzyılda ortaya çıkan modern devlet yapısının ardından devlet otoritesine karşı bireyi koruma hedefiyle gündeme geldiğini söyleyerek, kavramın ortaya çıkıp gelişmesinde, tüm insanların doğuştan gelen bazı vazgeçilmez temel haklara, onur ve değere sahip olduğunu ve bunların toplum içinde koruma altına alınması gerektiğini savunan "tabii hukuk" yanlılarının büyük rolü olduğunu, bugün ise siyaset biliminden sosyolojiye, felsefeden hukuka ve dinden ahlaka kadar birçok sahanın ilgi alanına girerek çağın yükselen değerlerinden birisi haline geldiğini kaydetti.
Batıdaki ilk antlaşma “Magna Carta”
Ahmet Ceylan, Batı'da insan hakları başlığı altında değerlendirilebilecek ilk gelişmenin, İngiltere'de 1215 yılında İngiltere kralı ile derebeyleri, baronlar, piskoposlar, yüksek hakimler vb. arasında imzalanan 63 maddelik Magna Carta antlaşması olduğunu söyledi. Daha çok kralın kendi dışındaki güç odaklarına sağladığı bazı imtiyazları içeren Magna Carta aslında feodaller arası bir antlaşma olmakla beraber kralın halka karşı keyfi davranışlarını engelleyen bazı hükümler içermesi nedeniyle vatandaş haklarını gözeten bir özellik de taşımaktadır. İngiltere'de 1600'lü yıllarda benzeri birkaç sözleşme daha gerçekleşmiş, bu süreçte ortaya çıkan gelişmeler Amerika'yı etkilemiş ve 1776 yılında Virginia Haklar Bildirisi'nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bildiri Tanrı'nın insanlara doğuştan özgürlük ve eşitlik gibi haklar bahşettiği esasına dayandırıldığını ifade etti.
Modern Dönemde Ortaya Çıkan İnsan Hakları Beyanname veya Sözleşmeleri
Yrd. Doç Dr. Ceylan Dünya çapında tanınırlık açısından modern dönemde üç beyanname veya sözleşmeden söz edilebileceğini belirterek bunların; 1-Fransız İnsan Hakları Beyannamesi (1789).17 Madde 2-Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948). 30 Madde 3-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950). 59 Madde olduğunu belirtti.
Bu beyannamelerden yola çıkarak bugün insan haklarından kast edilenin; Sivil haklar, Siyasal haklar, Sosyal haklar, Hukukî haklar, Ekonomik haklar, Dinî haklar, Kültürel haklar. Şeklinde yedi alanda tasnif edildiğini açıklayan Ceylan şöyle devam etti:
“Bir devletin insan haklarını benimseyip benimsemediği, o devletin gelişmişlik düzeyini de belirler. Bir devletin demokratik, çağdaş ve modern bir devlet olabilmesi için insan haklarını anayasal ve yasal bir hak olarak vatandaşlarına tanımış olması ve insan hakları ihlallerinin suç olarak kabul edilip cezalandırılmasını öngören yasal yaptırımları getirmiş olması gerekir.Sözünü ettiğimiz beyanname veya protokoller çeşitli aralıklarla düzenlenen konferanslarla yinelenmekte, yeni kararlar alınmaktadır. Mesela Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1981'de "Din ya da inanca dayalı her türlü hoşgörüsüzlük ve ayırımcılığın kaldırılması" bildirgesini yayınlamıştır. Dolayısıyla, insan haklarına dahil edilen maddeler statik değil dinamik bir özellik taşımaktadır. Mesela 1993 yılında Viyana'da toplanan ve 100'den fazla hükümet delegesinin katıldığı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konferansı (United Nations World Conference on Human Rights) 1948 beyannamesinin temel maddelerini yinelemiş, ayrıca da üye ülkeleri burada alınan kararları 2000 yılına kadar uygulamaya geçirmeye davet etmiştir. Bu uluslararası konferans ve protokollerde İslâm dünyasını temsil eden delegeler kendi ülkelerinde insan haklarının yeterince gözetilmediği psikolojisine sahip olduklarından alınan kararlara pek müdahil olamamaktadırlar.”
İnsan Haklarının Din ile İlişkisi
Ahmet Ceylan Konferansta İnsan haklarının din ile olan ilişkisini şöyle açıkladı:
İnsan hakları söylemi temelde insanoğlunun tabiatta diğer varlıklardan farklı ve özel bir konuma sahip olduğu önermesini içermektedir. Dinler, ideolojiler ve felsefeler bu temel önerme üzerinde müttefiktirler. Ancak ideoloji ve felsefelerden farklı olarak dinlerin bu konuda ayrıcalıklı bir yeri vardır. Fakat bugün dünya, gerek yakın tarihinde din savaşlarını yaşamış olmanın bilinçaltında açtığı yaralar, gerekse dinin uluslararası platformda hâlâ bir çatışma aracı olarak kullanılması nedeniyle insan hakları söylemini din ile pek fazla ilişkilendirmemektedir. Bu sebeple insan hakları söyleminin merkezinde dinin yerine hümanist düşünce ve de Batı'nın hukuk mirası yer almaktadır. Zaten söylemin gelişiminde Jean Jacques Rousseau ve Montesquieu gibi hümanist filozofların önemli katkıları olmuştur.
İnsan hakları kavramının din ile bir irtibatının olduğu reddedilemez. Fakat dünyanın, özellikle de Batı'nın bu konuda mutlak ilişkilendirme gibi bir düşüncesi yoktur. Batı'nın ortaya koyduğu beyannameler dinî referans taşımamaktadır. Çünkü Batı'da insan hakları söylemi başlangıçta kilise tahakkümüne karşı seküler bir söylem olarak ortaya çıkmış, din ile insan haklarının bir karşıtlık taşıdığı izlenimi bugüne kadar devam edegelmiştir.
Fakat gerek klasik gerekse modern dönem İslâm âlimleri, insan haklarını sürekli din temelinde ele almışlardır. Dahası, modern dönem İslâm dünyası Batı'nın beyannamelerle ortaya koyduğu prensipleri değerlendirirken "bunlar zaten İslâm'da var" şeklinde tepkiler vermektedir. İslâm dünyasının bu tutumunun iki temel nedeni olabilir:
Birincisi, Batı'dan gelen her şeyi din çerçevesinde değerlendirmek gibi bir davranış biçimine sahip olması. İkincisi ise diğer birçok konuda olduğu gibi insan hakları konusunda da bir sivil alan birikimine sahip olmaması. Kısacası, bu konuda din dışında bir referans alanının bulunmamasıdır.
Ceylan konferansını din görevlilerini bazı örgütlere karşı uyararak sözlerini şöyle tamamladı.;
“Son zamanlarda genelde dünyada özelde ise ülkemizde çeşitli Seküler, Leninist, Komünist örgütlerin insan hakları savunuculuğu iddiasıyla mensup oldukları ülkelerin huzur ve güvenliğini tehdit ettiğini üzülerek müşahede etmekteyiz. Ben bir Müslüman olarak PKK/YPG HDP gibi örgütlerin insan haklarını savunuyor diye asla peşine düşmem. Bu örgütler aslında başka ülkelerin bölgemiz üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için kullandığı yapılar olduğu gün gibi aşikâr olmasına rağmen peşinde düşen vatandaşlarımızı, siz din görevlisi kardeşlerimi uyarıyorum! Hak talebini kimin yerine getirdiği çok önemlidir. Eğer PKK/YPG bana bütün bölgenin yollarını altından yapsa onlara tabi olmam çünkü ben Müslümanın ve dinime karşı oluşturulan bir yapının yanında asla olmam.“
ARTUKLU HABER AJANSI-MARDİN