Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde Mardin Ray Grand Otelde Mardin Müftülüğü tarafından konferans düzenlendi.Düzenlenen konferansa Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Erul konuşmacı olarak katıldı.
Yay Grand otelde düzenlenen konferansa Mardin valisi Dr. Ahmet Cengiz, Mardin Emniyet Müdürü Mehmet Şahin, Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Bedii Omay, Artuklu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Ahmet Ağırakça, Mardin il Müftüsü Dursun Ali Coşkun, İlçe Müftüleri Artuklu Belediye Başkanı Mehmet Emin Irmak, kamu kurum ve kuruluşlardaki daire amirleri, siyasi parti mensupları ve STK Temsilcileri katıldı.
Konferans saygı duruşu ve istiklal Marşının okunması ve Fuat Yağcı Camii Müezzin Kayyımı Eray Gübay’ın Kur’an-ı kerim Tilavetiyle Başladı.
Programın Açılış Konuşmasını İl Müftüsü Dursun Ali Coşkun yaparken, Mardin Valisi Dr. Ahmet Cengiz kısa bir konuşma yaptı.
Vali Cengiz Konuşmasında Hz. Peygamberin örnekliğine ihtiyaç olduğunu vurgulayarak; “Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin 1443.yıldönümünü yad etmek için Diyanet İşleri Başkanlığı`mızın düzenlediği Kutlu Doğum haftasına bir kez daha ulaşmanın heyecanı içerisindeyiz. Bugün, ülkemizde, islam coğrafyasında ve dünyada yaşanan hadiseler bize net bir şekilde göstermektedir ki, 1443 yıl önceki o kutlu doğuma her zamankinden daha fazla muhtacız.” dedi.
Cengiz Ayrıca; “Gösterişin, reklamın, imajın, güç tutkusunun, yapaylığın, sahteliğin hayatımıza nasıl girdiğini ve Peygamber Efendimizin örnek hayatıyla yapılan her işin yalnız Allah rızası için yapılabileceğini gerçek samimiyetin bu olduğunu bugünde hatırlayıp yaşamımıza yansıtmamız gerekir. Dindarlığımız içtenliğini kaybediyor. Dünyamız yapaylaştı. Reklam ve imaj hakikatin önüne geçti. Hakikat perdelendi. O yüzden ‘samimiyet’ diyoruz.” İfadelerini kullandı.
“Mardin Samimiyet Şehri”
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof.Dr. Bünyamin Erul, Konferans konuşmasında, “Ülkemizde bazı Şehirler vardır ne zaman gezerseniz sizi heyecanlandırır. Bursa, Konya, Kütahya ve Mardin böyle şehirlerdir.” Mardini de samimiyet şehrine benzettiğini söyleyen Erul;” samimiyet şehri olarak nitelendiğim Mardin’de Peygambere bağlı bu kadar samimi insanlar arasında olmaktan mutluluk duyuyorum”. Dedi..
Prof. Dr. Bünyamin Erul; “Sahabe ile Hz. Peygamber arasındaki ilişkide herhangi bir resmiyet olmadığını söyleyerek,. Canlarından çok sevdikleri Peygamberlerine karşı sonsuz bir güven, samimiyet, sevgi ve saygı hâkimdi. Allah Resûlü, ashabına karşı ne denli düşkün ise, sahabe de ona karşı o derece gönülden bağlı olduklarını ifade etti.
Allah tarafından insanlara rehber olarak seçilmiş tüm Peygamberlerin ortak özelliklerinden birisinin samimiyet olduğunu açıklayan Erul; “Bu, onların Allah’a karşı özden bağlılıklarını ifade ettiği gibi inananlarına karşı da içten bağlılık şeklinde kendini gösterdiğini Nitekim çeşitli ayetlerde Hz. Nuh, Hud ve Salih peygamberlerden her birinin samimi ve güvenilir olduklarını ifade etti.
Prof. Dr. Bünyamin Erul Konuşmasına Şöyle Devam etti:
“Peygamberlerin sonuncusu olan Rahmet Elçisi de kelimenin tam anlamıyla samimiyet timsali idi. Hatta onun bu yönü, ne risalet öncesinde, ne de sonrasında değişti. Mekke’de Muhammed el-Emîn diye nitelenen bu yüce ahlakı Medine’de gelişerek devam etti. O, herkese karşı içten davrandı. Yapmacıklıktan, çıkarcılıktan, gösterişçilikten daima sakındı. Özüyle, sözüyle davasının şahidi oldu. Hz. Peygamberin hayatına bakıldığında, samimiyetle yaşanmış bir ömür çıkar karşımıza. Tam kırk yıl Mekke halkına karşı, kalan yirmi üç yıl tüm Müslümanlara karşı samimi, örnek bir hayat sergiledi. Ashabıyla arasındaki ilişkilerde ne bir
resmiyet, ne de sun’îlik vardı. Aksine tamamen tabiî ve samimi bir ilişki söz konusuydu. Bu ilişkilerde Kur’anî ve nebevî ölçüler doğrultusunda samimiyet hâkimdi.
Allah Resûlü, köle-cariye olmasına, zengin-fakir olmasına bakmaksızın herkesle ilgilenmiş, arpa ekmeğine davet edenin davetine icabet etmiştir. Özellikle bîçare ve gariplere, kimsesizlere, öksüzlere ve yetimlere değer vermiştir. Cemaate gelmeyenleri sormuş, hastaları ziyaret etmiş, cenaze namazlarını kıldırmış, borcunu ödeyemeyenlerin borcunu kendisi üstlenmiştir. Rahmet Elçisi, sosyal statüsüne bakmaksızın hemen herkese karşı son derece ince ruhlu, edep ve tevazu sahibi idi.
Medine cariyelerinden biri, merhametli bir baba samimiyeti içerisindeki Hz. Peygamber’in elinden tutar, kendisini götürmek istediği yere götürünceye dek elini bırakmaz, o da elini cariyenin elinden çekmezdi. Veda haccına geldiklerinde, yüz bin civarındaki ashabını o zaman için Mekke dışındaki Ebtah denilen mevkiye, açık araziye yerleştirmişti. Mekke’deki bazı akrabaları peygamberimizi Kâbe’nin yanı başındaki evlerine buyur etmişlerse de o kendi rahatını değil, ashabıyla birlikte kalmayı tercih etmişti. Samimiyet yahut özden bağlılık denilince, iki tarafın birbirlerine karşılıklı bağından söz edilmelidir. Zira samimiyet tek taraflı olamaz. Hz. Peygamber ile ashabı arasındaki samimiyetten söz edeceğimiz bu yazımızda, aynı zamanda yöneten ile samimiyetini dile getiren iki hadis üzerinden anlatılacaktır. İlk hadisimiz,
yöneticilerde olması gereken samimiyeti ifade etmektedir:
“Müslümanların yönetimini üstlenen fakat onlar için bütün gücüyle çalışmayıp, onlara içtenlikle davranmayan yönetici, onlarla birlikte Cennete giremez.” “Allah’ın kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği kimse, halkın tamamına aynı içtenlikle sahip çıkmazsa Cennetin kokusunu bile alamaz.”
Bu iki hadisin verdiği mesaja göre, Müslüman bir yönetici, yönettiği halkına karşı samimi olmalı, onlara içten davranmalıdır. Bu durum sadece belli bir kesime dönük olmamalı, halkın tümünü kuşatmalıdır. Yani herkese karşı eşit muamele, herkese karşı adalet, herkese karşı hakkaniyet istenmektedir. Hz. Peygamber, bu konudaki hassasiyeti gereği, “Kızım Fatıma da olsa cezalandırırdım” diyecek; en sevdiği sahabilerinden Üsame’nin suçlu bir hanımın cezasının düşürülmesi teklifini hiç tereddüt etmeden reddedecektir. Aksi takdirde yöneticinin cennete girmesi şöyle dursun, kokusunu dahi alması mümkün olamayacaktır. Hadisin başka bir versiyonunda ise samimiyetin zıddı olan ğill u ğışş yani aldatma hatta daha açık bir ifade ile halka ihanet etme durumundan söz edilmektedir:
“Kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği kimse, halkını aldatıp hıyanet
ederek ölürse Allah ona Cenneti haram kılar.”
Hadisten açıkça anlaşılmaktadır ki, yönettiği insanlara karşı samimi bir idarecilik beklenen yönetici, bunun yerine onları aldatmaya kalkışırsa, diğer bir ifade ile onlara ihanet ederse, Allah ona cenneti haram kılacaktır. Şu hâlde samimiyetin zıddı, aldatma ve ihanet etme demektir. Bu, hiç şüphesiz iki taraf için de söz konusudur. Yani ne yönetici halkına, ne de halk yöneticisine ihanet etmelidir.
Bazı kaynaklarımızda ‘nasihat’ kelimesinin karşılığı olarak ‘ğışş’ yani ‘aldatmak’ veya ‘adavet’ yani ‘düşmanlık’ kelimesinin kullanılması bu açıdan çok manidardır. Nitekim Allah Resûlü, husumetleşme sonrasında hasmına facirlik yapmayı, din kardeşine her türlü fısk u fücûru reva görmeyi, açıkça münafıklık alameti olarak görmekle kalmamış; ğıll u ğışş içine girenleri yani her türlü entrikalara soyunanları “Bizi aldatan bizden değildir!” buyurarak sert bir şekilde uyarmıştır. Halkın yöneticisine karşı samimiyeti ise hadiste şöyle ifade edilmektedir.
Allah Resûlü, “Din, samimiyettir.” buyurunca biz: “Kime?” diye sorduk. O şöyle cevap verdi:“Allah’a, Kitabına, Resûlü’ne, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara.” Peygamberimizin bu hadisi, 5 maddelik içeriği ve vermiş olduğu mesajı sebebiyle bazı âlimler tarafından İslam’ın dörtte birine denk kabul edilmiştir. Hadisimizin dördüncü maddesi, Müslümanların idarecilerine karşı samimiyetini ifade etmektedir. İdeal bir idareden söz edebilmek için idareci ile tebaa arasında karşılıklı bir bağlılığın olması kaçınılmazdır. Yukarıdan aşağıya koruyan, kollayan, emanet bilinciyle ve adalet prensibiyle sevk ve idare eden, himaye edip yöneten bir bağlılık; aşağıdan yukarıya doğru ise meşru otoriteyi can u gönülden kabul edip ona itaat ve ittiba eden, hak ve hayr işlerde daima ona arka çıkan ve destek veren bir bağlılık. Ancak hemen belirtmeliyiz ki burada söz konusu olan, asla kayıtsız-şartsız körü körüne bir bağlılık değildir. Aksine, maruf olan işlerde itaat etmek, özden bağlanmak ve desteklemek demektir; münker olan işlerde ise samimi bir şekilde itiraz ve muhalefet etmek, onu uyarmaktır. Ayet-i kerimede Allah Resûlüne dahi “iyi işlerde isyan etmeme” kaydının düşülmesi; aynı şekilde “Allah`a isyan hususunda itaat yoktur. İtaat, ancak maruf işlerdedir” buyrulması, söz konusu itaatin mutlak bir itaat olmadığını ortaya koymaktadır. Verdiğimiz bu misaller Resûl ile ashabı arasında oldukça tabiî bir ilişki ve samimi bir diyalog olduğunun en açık delilleridir. Ayrıca ashabın bu tavırlarından, onların Allah Resûlü karşısında bile ne derece geniş bir fikir hürriyeti ve tenkit zihniyeti içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Onlar, zaman zaman künhünü kavrayamadıkları veya kabullenemedikleri bazı beklenmedik davranışlarını Hz. Peygamber’e sorabilmişler, hatta onu sorgulayabilmişlerdir. Hz. Peygamber’in onlara gösterdiği engin hoşgörü ve anlayış doğrultusunda sahabe, Kur’an ve sünnete dayalı bilgileri, sahip oldukları muhakeme güçleri sayesinde Hz. Peygamber’in bir takım emirleri ve kararlarına eleştiri ve itiraz yöneltecek medenî cesaret ve olgunluğu gösterebilmişlerdir. Karşılıklı samimiyet, güven ve anlayışa dayalı bu tavırlar, sahabenin ona olan iman, itaat ve ittiba anlayışlarından hiçbir şey eksiltmemiştir.
Konferanstan Notlar
Halkın yoğun ilgisi nedeniyle bazı vatandaşlar konferans ayakta izlemek zorunda katıldı. Programın sonunda İl Müftülüğü tarafından yapılan Hutbe, Hadis Ezberleme,,ve Kompozisyon yarışmalarında dereceye girenlere çeşitli ödüller verildi. Ayrıca İl müftüsü Dursun Ali Coşkun tarfındanPrograma katılan Protokol üyelerine günün anısına gül takdimi yapıldı.
ARTUKLU HABER AJANSI-MARDİN