MERSİN BAROSU EV SAHİPLİĞİ BÖLGE BAROLARININ KATILIMI İLE DÜZENLENEN, " SURİYELİ SIĞINMACILARIN HUKUKİ STATÜLERİ VE TÜRKİYE'DE YAŞADIĞI HUKUKİ SORUNLAR PANELİ DÜZENLENDİ.
Türkiye’de bugün sayıları 2 milyon bulan Suriyeli sığınmacıların hukuki statüsünün belirlenmesi için Mersin Barosu ev sahipliğinde, 4 bölge barosunun işbirliğinde düzenlenen panelde, Sorun çok, çözüm yok” mesajı öne çıktı.
Mersin Barosu ev sahipliğinde Adana, Gazintep, Hatay ve Osmaniye Baroları ile birlikte, “Suriyeli Sığınmacıların Hukuki Statüleri ve Türkiye’de Yaşadığı Hukuki Sorunlar” paneli düzenlendi.
Panele; Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkan Yardımcısı Berra Besler, TBB İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Uğur Altun, Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen, Adana Barosu Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık, Gaziantep Barosu Başkanı Bektaş Şarklı, Hatay Barosu Başkanı Ekrem Dönmez, Osmaniye Barosu’nu temsilen avukat Hüseyin Şahin, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Taner Kılıç, Mersin Tabip Odası Başkanı Doktor Ful Uğurhan, İnsan Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Ali Tanrıverdi, MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı Halim Yılmaz, Akdeniz Göç-Der Yönetim Kurulu Genel Sekreteri Hüseyin Aslan, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nden Doktor Seda Altuğ, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Karlı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doktor Pınar Şenoğuz, Gaziantep Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doçent Doktor Mehmet Nuri Gültekin, Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yardımcı Doçent Doktor Ali Ekber Doğan, Yardımcı Doçent Doktor Bediz Yılmaz, Araştırma Görevlisi Esin Gülsen, Mersin Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Doçent Doktor Ayşe Devrim Başterzi, Mersin Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Talat Dinçer, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkan Yardımcısı Kasım Tanrıöver, MTSO Meclis Başkanı Mahmut Arslan ve çok sayıda davetli katıldı.
“2 MİLYONA YAKIN SIĞINMACI VAR”
Panelin açılış konuşmasını yapan Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen, Suriye’de çıkartılan iç savaş ile Suriye ve Irak’a dışarıdan giren alçak kanlı terör örgütü çetelerinin yaptıkları kitlesel, ırkçı, mezhepçi katliamların iç savaşa ve yoğun göçlere sebep olduğunu söyledi. Bu durum ile 2011 Mart ayından bu yana Türkiye’nin çok büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kaldığını söyleyen Antmen, “2013 sonlarında MAZLUMDER tarafından hazırlanan ‘Türkiye’de Suriyeli Mülteciler-İstanbul Örneği’ adlı rapora göre kamplarda 200 bin, kamp dışında 300 bin sığınmacının yaşadığı tahmin edilmektedir. Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Nisan 2014 tarihli ‘Suriye’ye Komşu Ülkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular, Sonuçlar ve Öneriler’ adlı raporuna göre Adana, Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Mardin, Osmaniye ve Şanlıurfa’daki 21 çadırkent ve konteynerkentte yaşayan sığınmacıların sayısı 210 bin 358, barınma merkezleri dışında yaşayan sığınmacıların sayısı 350 bin olarak belirlenmektedir.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu ve Brookings Enstitüsü’nün Kasım 2013 tarihli ‘Suriyeli Mülteciler Krizi ve Türkiye, Sonu Gelmeyen Misafirlik’ raporuna göre kamplarda 200 bin, kamp dışında 400 bin sığınmacı yaşamaktadır.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilcisi Carol Batchelor 2014 Eylül ayında yaptığı açıklamada toplam sığınmacı sayısının bir milyon 700 bin kişi civarında olduğunu beyan etmiştir” dedi.
“HUKUKİ DÜZENLEMELER 3 YIL SONRAYA KALDI”
Bütün bu verilerin sığınmacıların kayıtlarının doğru olarak tutulmadığını, sığınmacıların ülkenin dört bir tarafına kontrolsüz olarak dağıldıklarını gösterdiğini belirten Antmen, nitekim 10 Aralık 2014 tarihli gazetelerde, Suriyelilerin kimlik ve biyometrik bilgilerinin kayıt altına alınması için alınan 6.8 milyon liralık bilgisayar programı yazılımının, Emniyet Müdürlüğü’ndeki yazılımlar ile örtüşmemesi nedeniyle hakkında arama kaydı bulunan binlerce Suriyelinin giriş yaptığının yazıldığını söyledi.
2011 yılında başlayan böylesi büyük bir göç dalgası ve insanlık dramı karşısında, yetkili makamların, sığınmacıları hukuk literatüründe olmayan ‘misafir’ olarak değerlendirdiğini aktaran Antmen, acil olarak yapılması gereken hukuki düzenlemelerin 3 yıl sonraya kaldığını aktardı. 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilen ‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 2014 yılı Nisan ayında, ‘Geçici Koruma Yönetmeliği’nin 2014 yılı Ekim ayında yürürlüğe girdiğini kaydeden Alpay Antmen, “Gelen sığınmacılar bir anda yüksek kiralar ve ucuz çalıştırmadan, fuhuş ve yasadışı işlerde kullanmaya kadar sömürülürken; diğer yandan kayıtsız işyeri açmaları, prim borcu olan vatandaş tedavi edilmezken sığınmacıya tercüman ve sağlık hizmeti sağlanması ayrımcılık söylemlerini yükseltmiştir. Sığınmacıların yüzde 75’nin kadın ve çocuklardan oluşması ve yarısının 18 yaşın altında olması gerçeği, öncelikli korunması gereken sığınmacı sayısının büyüklüğünü göstermektedir.
“GÜVENLE ÜLKELERİNE DÖNMELERİNİ SAĞLAMALIYIZ”
Bu arada Suriyeli insanların elbette insan haklarını savunuyoruz ama Türkiye ve özellikle bölgemiz için doğan sorunları ve ileride yaşanacak olumsuzlukları da göz ardı etmemiz gerekmektedir. Suriyeli misafirlerin bir an önce kayıt altına alınması, yabancı plakalı araçların trafikten men edilmesi ve daha da önemlisi Suriye’de devam eden kirli iç savaşın sona erdirilmesi için gerekli her tür çabanın gösterilerek Suriyelilerin güven içinde ülkelerine dönmesini sağlanması büyük önem taşımaktadır” diye konuştu.
“İÇ SAVAŞ YAŞANIYOR”
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Berra Besler ise Suriye’de 15 Mart 2011’de başlayan, barışçıl ve sivil halk ayaklanması geçen süre içinde bir ‘iç savaşa’ dönüşen bir süreç yaşandığını işaret ederek, bu durumun Suriye ve orada yaşayanları doğrudan etkilediğini kaydetti. Ortaya çıkan istikrarsızlığın Suriye halkı için yeni arayışları beraberinde getirdiğini ve Suriyelilerin ‘güvenli bölgelere’ göç etmek mecburiyetinde kaldığını ifade eden Besler, “Suriye’de yaşanan bu krizi önemli kılan unsurların başında olayın insani yönü ağrılık taşımaktadır. 2014 yılı Nisan ayı resmi kayıtlarına göre iç savaş sebebiyle; Suriye’de 150 bine yakın insanın hayatını kaybetmiş olduğu açıklanmıştır. Oysa bu sayı bugün için maalesef çok daha fazladır. 3 milyon civarında Suriyeli, ülkesini güvenli bulmadığı ve yaşam koşulları bakımından elverişli görmediği için başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. 6 milyona yakın Suriyeli ise yaşadıkları şehirleri ve evlerini terk ederek kendi ülkeleri içinde güvenli buldukları yerlere taşınmıştır. Suriye’de iç ve dış göç halen devam etmektedir. Ancak, iç ve dış göçü yapanların yaşam koşullarının son derece zor olduğu da bir gerçektir. Görünen o’dur ki; 10 milyon sayıda Suriyeli iç savaştan doğrudan etkilenmiştir. İç savaşa öncesi 23 milyon olarak bilinen Suriye nüfusuna göre bir değerlendirme yapılacak olunursa Suriye halkının neredeyse yarısı doğrudan doğruya iç savaşın etkisine maruz kalmıştır.
“SURİYE SAVAŞA ÇEKİLDİ”
İç savaş nedeniyle zorunlu olarak göç yapan 3 milyon Suriyeliye; komşu devletler yani Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak ev sahipliği yapmakta, onları himaye ederek, misafir etmektedir. Savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyeliler bakımından iki ülke arasındaki ilişkileri hatırlatmakta yarar var. Bildiğiniz gibi; kısa bir süre öncesine kadar son derece yoğun olan Türkiye-Suriye ilişkilerine ‘dostum Esad’ söylemi hakimdi. İki ülke arasında vizeler kaldırıldı, ekonomik ve ticari ilişkiler arttırıldı ve hatta ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı. En uzun sınırımızın bulunduğu komşu ülke Suriye ile bu olumlu gelişmeler gerçekten de memnuniyet vericiydi. Ne var ki, ABD başta olmak üzere, İsrail ve batılı ülkelerin destekledikleri ve Tunus, Fas, Libya, Mısır’ı adeta kan gölüne çevirerek, bu ülkelerin rejimlerinin değişmesiyle sonuçlanan sözde ‘Arap Baharı’, son olarak Suriye’ye taşındı. Tıpkı diğer Arap halkları gibi, sadece daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyen Suriyeliler de, küresel güçlerin dolaylı yoldan desteklediği; ÖSO, NUSRA, IŞİD, EL-KAİDE gibi kanlı, sapkın terör grupları tarafından korkunç bir iç savaşın içine çekildi” diye konuştu.
“TÜRKİYE SAVAŞIN SINIRINDA”
Bu süreçte, adeta ‘üs’ olarak kullanılmaya ve teröre karıştırılmaya çalışılan Türkiye’nin, ağır eleştirilerin muhatabı olduğunu da vurgulayan Berra Besler, varılan son noktada ise, izlenen yanlış politikalarla, 900 kilometreyi bulan Suriye sınırında savaşın eşiğine getirilmiş bir Türkiye olduğunu söyledi.
Bir de ‘BOP’ kapsamında bu bölgede sınırların değişeceğini yıllar önce söyleyen ‘üst akıl’ olduğunu aktaran Besler, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Unutmayalım; ABD’nin Irak’a müdahalesi, Saddam’ın kimyasal silahlara sahip olduğu gerekçesiyle başlatılmıştı. Irak’a demokrasi getireceğini söylemenin vahim sonuçları ise tüm dünyanın gözleri önünde yaşandı; 2 milyon insan öldürüldü, Saddam Hüseyin’in kafası koparıldı, 4 milyon Iraklı ülkeyi terk etti. Bunların önemli bir bölümü Türkiye’ye sığındı. Ülke Kürt, Sünni ve Şii olmak üzere fiilen 3’e bölünmüş hale geldi. Bu savaş sonucu ABD’li petrol tekelleri Kürt bölgesi de dahil olmak üzere Irak petrollerini sahiplendiler.
Benzer durum Libya’da da yaşandı. Bugün Libya’da farklı aşiretler ve gruplar arasındaki savaş hala sürmekte. Libya petrolü batılı şirketler tarafından kontrol altına alınmıştır.
“FATURA AĞIR”
Benzer kanlı bir senaryo, bir süreden beri Suriye’de tekrarlanmaktadır. Burada da, ulusal çıkarlarının gerektirdiği hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın, Suriye’nin içişlerine doğrudan karışarak Esad’ı düşürme ısrarını sürdüren ve bu amaçla içlerinde IŞİD ve eL-NUSRA terör örgütleri olmak üzere, Esad’a karşı olan tüm örgüt ve girişimleri aktif olarak desteklediği iddia ve ifade edilen bir Türkiye görüntüsü var.
Batılı kimi ülkelerce de desteklenen bu yanlış politika sonucu; iç savaş girdabında çırpınan bir komşu Suriye olgusu var. Türkiye-Suriye sınırında özerk Kürt bölgesi ilan edebilen, PKK’nın yan kuruluşu PYD var. Ve son olarak da, IŞİD’in Türkiye sınırına dayanması sebebiyle Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan 2 milyon kadar ‘savaş kaçkını Suriyeli’ gerçeği var. Kısacası, komşularla sıfır sorun diye diye Irak, Suriye, İran, Mısır, Rusya ve diğer bazı ülkelerle ilişkileri gerginleşmiş bir Türkiye var. İzlenen bu yanlış politikanın pek tabidir ki Türkiye’ye de ağır bir faturası var.
Bu noktada hatırlanması gereken ilk husus ise, Suriyelilerin Türkiye’ye hepsine kucak açacakları söylemiyle zamanın başbakanı tarafından bizzat davet edilmesidir.
Hükümet tarafından Suriyeli mülteciler için harcanın paranın 4,6 milyar dolar olduğu açıklanmıştır. Şimdilerle bu maliyete, savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen ve bugün sayıları 2 milyonu bulan Suriyeli de eklenmiştir.
SORUN ÇOK, ÇÖZÜM YOK
Ülkemizde bulunan Suriyelilerin yaklaşık 230 bin kadarının kamplara yerleştirildikleri ifade edilmektedir. Küçük aile gruplarının da ülkenin değişik yörelerine yerleştirildikleri bilinmektedir. Geri kalan büyük çoğunluğun nerede ne yaptıkları ise, maalesef meçhuldür. Birçok büyük şehrin varışlarında şimdiden Suriyeli gettoları oluşmuştur. Örneğin Ankara’nın Siteler Semti’nin hemen bitişiğinde, yani neredeyse şehrin göbeğinde yaklaşık 20 bin kişinin çok olumsuz koşullarda yaşamaya çalıştığı bir yerleşim merkezi oluşmuştur. Zannederim Mersin’de de benzer durumlar yaşanmaktadır. Bu tür merkezlerde asayiş sorunları har safhadadır. Komşuların can güvenlikleri dahi tehlikededir. Kısacası ülke geneline yayılmış olan 2 milyon Suriyeli, giderek daha da ağırlaşan birçok sorunun kaynağı haline gelmiştir. Ancak ufukta herhangi bir çözüm de görülmemektedir.
SURİYELİLERİN HUKUKİ STATÜLERİ BELİRSİZ
Ülkemizde bulunan Suriyelilerin hukuki statüleri de belirsizdir. Çünkü; Türkiye’de bulunan Suriyeliler, 1951 tarihli ‘BM Mültecilerin Hukuki Statüsü’ne tabi değildir. Zira, Türkiye, bu sözleşmeye koyduğu çekince ile Avrupa ülkelerinden gelenlere ‘mülteci’ statüsünde işlem yapacağını kayıt altına aldırmıştır.
Ülkemizdeki Suriyeliler, eğer mülteci statüsünde sayılabilselerdi, ‘her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir’ kuralından yararlanarak bu çerçevede, hem yerel hem de uluslararası koruma altına alınabileceklerdi. Diğer bireylere olduğu gibi mültecilere de sosyal ve ekonomik haklar tanınacaktı. Her mülteci sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek, her yetişkin mülteci çalışma hakkına sahip olacak ve mülteci çocuklarının eğitim hakları, yani okula gidebilme hakları olacaktı.
Mevcut durumda Suriyeliler, sadece insan olmaları bakımından bazı hakları talep edebilme imkanına sahip olabilirler, ancak daha fazlası, bu istekleri kabul edecek olan devletin takdirine kalmış durumda.
“TC VATANDAŞI OLAMAZLAR”
Ülkemizde bulunan Suriyelilere mevcut yasal mevzuatımıza göre, TC vatandaşlığı kazandırılması mümkün değildir. Zira Suriyeliler TC vatandaşı olabilmek için gerekli şartları taşımamaktadır. Bu kişilere TC vatandaşlığının sağlanması için yeni yasal düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır. Böyle bir düzenlemeyi haklı kılacak hiçbir neden yoktur. Ülkemizde bulunan Suriyeliler için ‘misafir’ sıfatı kullanılmaktadır. Bu sıfatın ise, hiçbir hukuki geçerliliği bulunmamaktadır. Savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen ve yaşamlarını sürdüren Suriyelilerin, değil uzun, kısa vadeli bir politika ya da program dahi oluşturulmadan ülkemize gelmelerine göz yumulmuş olunması bir sorumsuzluk örneği olduğu gibi, her geçen gün daha da ağırlaşma eğilimi gösteren bir çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Ülke nüfusuna 2 milyon yabancının katılması demek, ülkenin demografik yapısının ciddi ölçüde etkilenmesi riskini peşinen kabul etmek demektir. Bu kişilerin büyük bir bölümünün geri dönmeyecekleri gerçeğinden hareketle konunun; yabancılar hukuku açısından, ekonomik, sosyal, kültürel ve en önemlisi eğitim, sağlık, güvenlik gibi konular ele alınarak değerlendirilmesi ve uygun politikaların süratle yürürlüğe konulması zarureti vardır.
Ancak böyle bir hazırlık henüz yoktur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bu kişilere çalışma izni verileceğine dair yaptığı açıklama ise ülkemiz insanı bakımından işsizliğin dayanılmaz boyutlara ulaştığı bu dönemde çok iyi düşünülmesi gereken bir husustur. Böylesi bir uygulamanın gerçekleşmesi halinde, toplumumuzda, yeni ve ağır gerginliklerin, hatta çatışmaların dahi olabileceği göz ardı edilmemelidir”.
Konuşmaların ardından TBB Başkan Yardımcısı Berra Besler, Mersin Barosu Başkanı Alpay Antmen’e günün anısına bir plaket verdi.
“TÜRKİYE SUNİ EKSEN OLMA DERDİNDE”
Etkinlik daha sonra, “Suriye Göçünün Ekonomik Boyutu ve Bölge İllerine Etkileri” konulu panel ile devam etti. Moderatörlüğünü Adana Barosu Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık’ın yaptığı panele, Mersin Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği Başkanı Talat Dinçer, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Kasım Tanrıöver, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Mahmut Arslan ve Mersin Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber Doğan konuşmacı olarak katıldı. Çıtırık konuşmasına; “34 yıl önce bugün 13 Aralık 1980 tarihinde 12 Eylül faşizmi tarafından yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren ve bu mücadelede yitirdiğimiz tüm canları saygı ile anıyorum" sözleri ile başladı. Ülkemizin en büyük kara sınırının bulunduğu ve aynı zamanda tarihsel, kültürel bağlarımızın devam ettiği Suriye’de 2010’da iç karışıklık olarak başlayan sonra rejim sorunu haline dönüşen çatışmanın etkilerinin bugün bölgeye ve ülkemize ciddi bir şekilde yansıdığını söyleyen Çıtırık “2003’te ABD’li yetkililer 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini açıklamıştı, bu ülkeler arasında Türkiye’de vardı. Türkiye’de BOP’un eş başkanı olmaktan gurur duyanların olduğu günleri de yaşadık. ABD’nin sözde İslam ülkelerine demokrasi getirmek amacıyla başlattığı gerçekte ise dünyadaki petrolün yüzde 3’ünü kendi kontrolü altında tutabilmek ve İsrail’in de güvenliğini sağlayabilmek doğrultusunda geliştirilen bu politikalar sonucunda bölgenin tam bir istikrarsızlığa sürüklendiğini görmekteyiz. Ancak Suriye ile 1998’de varılan Adana anlaşması ile ilişkiler ciddi bir şekilde gelişmiş, dış ticaret hacmimiz 750 milyon dolardan 2,4 milyar dolara kadar yükselmişti. Ancak bugün Türkiye’de, suni eksen oluşturacağız diye, Müslümanların birbirini kırmasına katkıda bulunan bir siyasi iktidar var” dedi.
“SURİYELİLER İLE İLGİLİ SINIFTA KALDIK”
Panelde ilk olarak söz alan ESOB Başkanı Talat Dinçer, 70 bin esnaf ve sanatkarın bulunduğunu ve toplamda 250 bin kişiyi temsilen sesi olmaya çalıştığını söyleyerek, “Suriye’den gelen misafirlerimiz kendi istekleri ile güle oynaya gelmediler. Olaya insani yönden bakacak olursak, insani olarak yapılması gereken ne varsa yapılması lazım. Ancak olayın birde ekonomik ve düzen yönü var. Bize yaptığımız çıkışlar nedeniyle ‘Suriye düşmanı’ deniliyor. Ancak bizim niyetimiz açık ve net. Bu kentte ticari bir hayat var ve bu hayatın kendine has kuralları var. Ticaretin şekil değiştiği bir süreçte biz esnaflar zaten AVM ve zincir market furyaları altında ezilirken diğer taraftan başkaları gelip kuralsız bir şekilde sizin yaptığınız işi yapmaya başlıyor. Kuralsızlık aldı başını gitti. Kent olarak bu göç yönetiminde sınıfta kaldık. Ne girişte kontroller oldu kayıt altına alındılar ne de kent yaşamı ile alakalı bir göç yönetimi uygulayamadık. Tüm kurum ve kuruluşlarla bu işin kontrol altına alınması ile ilgili yöntem belirlemeye çalıştığımızda hiçbir kurum orta net bir şey koyamıyor. Ne belediyeler ne de başka bir kurum üzerine düşeni yapamıyor. Herkes ‘hükümet politikası’ lafının arkasına sığındı. Diğer yandan Suriyelilere iş vermeye başladık ama ceza yedik” dedi.
“ÇÖZÜM ÜRETMELİYİZ”
MTSO Meclis Başkanı Mahmut Arslan de Suriye ile Türk halkının kardeş olduğunu vurgulayarak, olaya her şeyden önce bu açıdan bakmak gerektiğini söyledi.
“Türkiye’de öyle hassas dengeler varki, bu insanlara ensarlık yapacaksak bölgeye bakmamız lazım. Bunlar muhacir değil, bunlar bizim akrabamız” diyen Arslan, “Bu politikayı farklı yapmamız lazım. Dünyada, Ortadoğu’da dengeler değişiyor, bunu görmeli, hazırlıklı olmalıyız” dedi.
MTSO Başkan Yardımcısı Kasım Tanrıöver de öncelikle bir insanlık dramı yaşandığını vurgulayarak, “Mersin’e gelen Suriyeli sığınmacıların yaşadığı ve neden olduğu sıkıntılar ile ilgili geçen Temmuz ayında valimiz başkanlığında toplanıp konuştuk. Yani bize gelen Suriyelilerin daha uzun bir sürede burada yaşayacağını, ikinci jenerasyonun ise kesinlikle dönmeyeceğini gördük. Bu insanların kente uyumu konusunda bir şeyler öngörülüyor mu? Bunları konuşmak lazım. Çünkü bu şimdiden büyük sorunlara yol açmaktadır. Mersin’de 2014 yılı Temmuz itibariyle 600 yabancı firma bulunmaktadır ki, bunların yarısı Suriyeli’dir. Bunlar tamamı legal şartlarda kurulmuş firmalardır. Suriyeliler öncelikle lojistik, gıda, inşaat, gayrimenkul ve eğitim danışmanlığı gibi sektörler başta geliyor.
Sigortasız Suriyeli çalışan sorunu haksız rekabete neden olmakta ve ekonomiye darbe vurmaktadır. Konjektöre göre yasalardan ödün verilmemeli, zaman içinde burayı vatan görenler kendi adaptasyonları için çabalamalıdır. Mersin barışa katkı koyan bir kenttir” dedi.
Mersin Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber Doğan ise kampı bulunmayan ama Suriyelilerin en fazla tercih ettiği kentlerden birinin Mersin olduğuna dikkat çekerek, “Mersin’de 73 bin kayıtlı, 150 bin civarında da kayıtsız Suriyeli bulunduğu söyleniyor. Suriyeli göçmenler etnik kimlikleri ile de ayakta kalmaya çalışılıyor. Önemli bir kısmı esnaflık veya ticaret hayatına katılarak, yeni bir hayat kurmaya çalışmakta. Bu esnaflık yapanların hepsi kayıt dışı değil, Türkiye Cumhuriyeti kimliğine sahip birileri adına buraları işletenler de var. Çoğu durumda da Suriyelilerin bu ekonomik girişimleri iflasla sonuçlanıyor. Kuralsızlığın ortadan kaldırılması gerekiyor ama birçok konu önceden belirlenmediği için her şey aksak ilerliyor. Daha onlara tercümanlık, danışmanlık yapabilecek mekanizmaların bile oluşturulmamış durumda. Suriyelilere misafir gözüyle bakma şansımız yok, onlar kalıcı bunu kabul etmeliyiz. Mersin’de linç olayları olmadı çünkü Mersin çok kültürlü bir yapıya sahip. Hem Türkmen-Yörük, hem Kürt, hem Arap, Alevi şehri. Suriyelilerin getirdiği yaşam tarzı, gündelik hayat pratikleri ile Mersin şehir kültürü bir kez daha harmanlanıyor, melezleniyor. Gettolaşmalar ortaya çıkıyor çünkü Suriyeliler dışlama ile buna zorlanıyor. Mersin geçmişte bu göçlerin getirdiği sıkıntıları yaşadı ve aştı, bugün geçmişteki hatalarını tekrar etmemeli. Türkiye’ye farklı göç dalgaları ile gelen toplumlar var. Örneğin Afgan mülteciler ekonomik girişimleri, sosyal, kamusal alanda görünmeye çalışmaları, kültürel faaliyetlerde bulunup, şehir hayatına katılmaya çalışarak uyum sağlıyorlar” şeklinde konuştu.
ARTUKLU HABER AJANSI-MERSİN