OKAN KARAKUŞ: OSMANLI RAMAZANA BÜYÜK ÖNEM VERİRDİ!

Artuklu Haber yazarlarından Ziya Gündüz'ün tarih öğretmeni Okan Karakuş ile Osmanlı Döneminde Ramazan konusunda yaptığı röportaj ....

Kültür ve Sanat 19.04.2021 12:19:00 0
OKAN KARAKUŞ: OSMANLI RAMAZANA BÜYÜK ÖNEM VERİRDİ!

Artuklu Haber yazarlarından Ziya Gündüz'ün  tarih öğretmeni Okan Karakuş ile Osmanlı Döneminde Ramazan konusunda yaptığı  röportaj ....

 

OKAN KARAKUŞ: OSMANLI RAMAZANA BÜYÜK ÖNEM VERİRDİ!

 

Kur’an’da ramazanın ile ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.” (Bakara, 2/183) Bu ayet ışığında diğer bütün ümmetlerin dışında, yine bizim yakın tarihimiz olan Osmanlı döneminde ramazan nasıl ihya ediliyordu konusunu Düzce Gümüşova BİST İmam Hatip Lisesi Tarih Öğretmeni Okan Karakuş ile konuştuk.

 

Röportaj: Ziya Gündüz

 

 

“Nerede o eski Ramazanlar” sözünü hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. Özellikle Osmanlı Toplumunda bir başka karşılanırmış ramazan ayı. Günümüze kadar gelen gelenekler olduğu kadar unutulan geleneklerde var.

Evet, tarih boyunca insanların geçmişe olan özlemi su götürmez bir gerçek olarak çıkar karşımıza. Bu geçmişe olan özlem, hayatın koşuşturması mı, teknolojik gelişmeler mi, sosyal yapının, toplum ve aile yaşantısının değişmesiyle mi alakalı hepimizin sorguladığı sorulardır.

 

Günümüzde Ramazan ayı gelmeden aylar önce imsakiyeler basılıyor, yani Ramazanın başlangıcı belli, peki Osmanlı Devletinde bu durum nasıl belirleniyordu?

On bir ayın sultanı Ramazanı şerif üç ayların sonuncusu ve en mühimidir. İnsanlığın hidayet rehberi Kur’an-ı Kerim bu ayda indirilmiş ve oruç bu ayda farz kılınmıştır. Günümüzde imsakiyelerle Ramazan ayı tespit ve tayin ediliyor ve belirlenen saatlere uyarak bizler de hareket etmekteyiz. Osmanlı devletinde ise ruyet i hilal denilen yani hilalin gözükmesiyle Ramazan başlardı. Bu hilali görme bir görevdir ve bu görevi İstanbul kadılığı üstlenmekteydi. Belirli zamanlarda gözlemlere dayalı olarak yapılan bu görevde hilal gözlenmiş ve hilalin görülmesiyle de Ramazan ayı başlangıcı kabul edilmiştir. Her ne kadar görevin İstanbul Kadılığına ait olduğunu söylesek de farklı yerlerde yine aynı görev içinde olan kadılık makamları da bulunmaktaydı. Ama baş görevin İstanbul kadılığına ait olduğunu söyleyebiliriz.  Hilalin gözükmesiyle birlikte de hemen camilere mahyalar asılır, kandiller yakılır ve tellaller eşliğinde halka ramazan ayının geldiği müjdelenmekteydi. Tabi, hilalin görülmesini bekleyen sadece kadılık makamı değil, halktan gözlemleyenler de olurdu ve kadılıktan önce hilali gören hemen kadılığa şahitleriyle birlikte başvuru, kadılık makamı bunu tespit ederse, müjdeyi verene hediye verilirdi.

Bu bir bakıma Osmanlı halkının Ramazan ı Şerife verdikleri önemi de gösteriyor, habercisine hediyeler veriliyor bu da beraberinde Efendimiz Aleyhisselam vesselam’ın hadisini aklımıza getiriyor. “Kim Ramazan ayının geldiğine sevinirse Allah onun cesedini cehenneme haram kılar” diye.

 

Osmanlı devleti çok uluslu bir devletti, devlet Ramazan ayı için özel önlemler alır mıydı?

Ramazan ayının gelmesiyle birlikte padişah tarafından tembihnameler yayımlanırdı. Tembihname, Ramazan ayı içerisinde halkın nasıl davranması gerektiğini anlatan bir yazıdır. Bir nevi kanun, yasa diyebiliriz.  Tembihname içeriklerine baktığımızda ise Müslüman halk için 5 vakit namazın camilerde kılınması tavsiye edilirdi, teravih namazlarında dışarıda görevliler haricinde kimsenin kalmaması tembih edilirdi. Oruç tutmaya müsait olmayanlar hariç, bütün Müslümanların ramazan orucunu tutmaları tembihleniyordu. Aynı zamanda gayr-i müslimler içinde tembihnameler vardı, örneğin açık alanlarda yemek yememeleri, su içmemeleri tembihlenirdi. Tabi burada Osmanlı padişahlarının halka direk müdahale ettiği aklınıza gelebilir lakin buradaki amaç müdahaleden ziyade hem Müslümanlar için hem de gayr-i müslimler için hoşgörü düsturunu hatırlatmaktır. Zaten Osmanlı Medeniyetinde yaşayan hem Müslümanlar hem de gayr-i müslimler büyük bir hoşgörüye sahiptiler.  Gayr-i müslimler Ramazan ayında büyük bir saygıyla kendi lokantalarını açmaz, kahvehanelerini de kapatırlar ve Müslümanların ibadetlerini huzur içinde geçirmeleri için çaba gösterirlerdi. Müslüman davulcularda gayr-i müslimlerin mahallelerinde davul çalmaz onları rahatsız etmezlerdi. Osmanlı Devletindeki hoş görüyü buradan da anlayabiliyoruz.

 

Ramazan ayı paylaşmak demektir,  Osmanlı Toplumunun paylaşıma bakış açısı nasıldı?

Osmanlı devletinde paylaşımın üst düzey olduğunu söyleyebiliriz.  İhtiyaç sahipleri mutlaka ihtiyacının karşılandığını da görmekteyiz. İftar çadırları da Osmanlı geleneğidir, her akşam ihtiyaç sahipleri bu çadırlarda iftarını yapmaktaydı. Bir de Zimem defteri uygulaması vardı.

 

Zimem defteri ne demek hocam?

Zimem dediğimiz bakkalardaki borç defterleri.  Hayır sahipleri, bakkallara giderek zimem dediğimiz bu borç defterlerini satın alırlardı. Ve bu borcun kimin tarafından ödendiği söylenilmez kimlerin borcu olduğu da bilinmezdi. Yani tabiri caizse sağ elin verdiğini sol el görmezdi. Günümüzde halen bazı yerlerde devam eden bir uygulama, yapanlardan ve yapacaklardan Allah razı olsun.

 

Hocam, birde diş kirası denilen bir kavram var onu da açıklar mısınız?

İftar zamanında her evin kapısı açık olurdu, yolda kalmış, iftara yetişemeyecek kişiler her hangi bir eve girebilir ve iftarını o evde yapabilirdi. Zengin olsun fakir olsun hiç fark etmez kapılar herkese açıktı. Diş kirası dediğimiz ise eve iftar için gelen misafire verilen kese içinde hediyedir. Bu bazen altın ve gümüşte olabilirdi. Çok güzel bir gelenek, amacı, sen benim evime misafir oldun, sen benim evime bereket getirdin, Allah’ın rızasına nail olacağım, bu kese de benden size hediye, kabul edin denilirdi ve diş kirası da bu şekilde verilmiş olurdu.

 

Ramazanda iş hayatı, eğitim hayatı nasıl devam ederdi?

Günümüzde pandemi sürecinden dolayı hem kamu kurumları hem de özel sektör esnek mesaiye geçmiş bulunmaktadır. Bu esnek mesai Osmanlı toplumunda Ramazan ayında da uygulanan bir durumdu. Malumunuz insan bedenen yorulabiliyor, bu kapsamda hem manevi hem de maddi olarak bir izin verilir Ramazan ayında Müslümanlar tam zamandan ziyade kısmi olarak çalışabilirlerdi.

Eğitim konusunda huzur derslerinden bahsetmek isterim. Padişah huzurunda, sarayda yapılan tefsir dersleri yapılırdı ve bütün devlet erkanı orada hazır bulunurdu. Öğle namazından başlayıp ikindi namazına kadar devam ederdi. Hadisi şerif dersleri yapılır, mukabeleler devam ederdi, eğitimin hep canlı tutulduğunu söyleyebiliriz.  Ramazan ayının ortasına gelindiğinde yani 15. Günde Topkapı sarayında bulunan Hırka i Şerif ve kutsal emanetler ziyaret edilir,  akşamına iftar yapıldıktan sonra baklava alayı denilen tören yapılırdı. Baklava alayı ise padişahın bütün askerlere baklava ikram etmesiydi. Her on askere bir tepsi baklava düşecek şekilde ikram edilirdi.

 

Ramazanın son günleri nasıl geçerdi?

Ramazan ayının tespitiyle beraber bütün camiler sürekli açıktı. Son on günde itikafa girilir peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) in sünneti yerine getirilirdi.  Kadir gecesi için özellikle yollarda kandiller, mumlar yakılır akşam her taraf ışıl ışıl olurdu. Padişah ve devlet erkânı beraber Ayasofya camine gider ve Kadir gecesini Ayasofya Camiinde ihya ederlerdi. Sahur yemeği de orada hep beraber yenilir ve sabaha kadar ibadet halinde geçirilirdi.

Ramazan ayının bitmesinin burukluğunu yaşayan Müslümanlar, bayramla birlikte tekrar mutluluğa kavuşurlardı.

 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle böyle değerli bir insanla röportaj yaptığım için teşekkür ederim. Allah sizlerden ve ecdadımızdan razı olsun. Sözlerimi bir Afrika atasözüyle son vermek isterim, “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorunda kalırız”. Bizim Elhamdülillah ecdadımızda çok aslan var. Sağda solda kahraman aramaya gerek yok, ecdadımızı iyi okumak iyi öğrenmek ve bunları fırsat buldukça küçüklerime eşimize dostumuza aktarmamız gerekir. Tekrardan teşekkür eder Ramazan ayımızın Tüm İslam Âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah tan niyaz ederim.

Hocam, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.

Bende size teşekkür ediyorum. Hayırlı çalışmalar diliyorum

Okan Evren Karakuş kimdir?

1981 İstanbul doğumlu.  Aslen, Sadrazamlar diyarı Çorum'un Osmancık ilçesinden.  Anne baba memur dolayısıyla birçok okul dolaşmış. (Yalova, Adana, Osmancık, Çorum.) Üniversite hayatı sırasıyla Ahmet Yesevi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi, aynı üniversitede Bilişim Sistemleri Yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü ve Düzce Üniversitesi pedagoji eğitimi. 2006-2008 özel şirket yöneticiliği yaptıktan sonra 2009 yılında öğretmenlik hayatına başlayıp halen Düzce'nin Gümüşova ilçesinde öğretmenlik görevini sürdürmektedir. Evli, Sümeyra ve Mehmet Fatih adında iki çocuğu bulunmaktadır.  Kitaplarla arası çok iyi olan Okan Karakuş'un "Hikâyelerle Tarih Terimleri Sözlüğü" kitabı basım aşamasında olup yakında okur severlerle buluşacak.

 

ARTUKLU HABER AJANSI

 

 

 


Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor