BEN YALIM, NE OLACAK BENİM HALIM.
Bu yazı sayın Semih Hocaoğlu'na destek amacıyla yazılmıştır.
1927’de Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımında, Türkiye’de kentlerde yaşayanların oranı %24 olarak tespit edilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki şartlar, nüfusun ve özel olarak da kent nüfusunun artışını engellemiştir. 1950'li yıllara kadar, kentlerdeki nüfus artışında durgunluk süregelmiştir. Kırsaldan kentlere yönelen nüfus hareketleri, 1950'lerde Marshall Yardımından kaynaklı olarak kentleşmenin temel dinamiğini oluşturmuştur. Bu dönemde Türkiye'de özellikle orta ve büyük işletmelerde makineleşmenin artması, ortakçılık ve kiracılık sistemiyle çalışan köylülerin kitle halinde işsiz kalmasına neden olmuştur. 1950-1985 yılları arasını kapsayan dönemde, kentlerdeki nüfus artışında hareketli bir süreç yaşanmıştır. 1985-1997 yılları arası zaman diliminde ise, kırsal kesimden kentlere doğru yönelen büyük göç dalgaları olmuştur.
Türkiye'de 2021 yılında %93,2 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2022 yılında %93,4 oldu. Diğer yandan belde ve köylerde yaşayanların oranı %6,8'den %6,6'ya düştü.
Şehir planlamacılığı Türkiye'de el ve göz yordamı ile yapılmaktadır. Şehirleşmedeki planlama öncesi risk analizleri, uygunluk ve sürdürülebilirlik analizleri, demografik bileşenler başka bir tartışma konusudur. Siyasi kararlar her zaman bilimsel araştırmaların önüne geçmiştir.
En son 6 Şubat tarihinde 11 ili kapsayan depremde yaşananlar şehirleşme süreçlerinde sınıfta kaldığımızın en iyi örneğidir.
Şehir planlamacılığı ve şehirleşme konularında üniversitelerde ilgili kürsülerde yapılmış büyük araştırmalar bulunmaktadır. Bu konuda araştırmalar yapan ve alanın önde gelen isimlerinden Ruşen Keleş’in çalışmaları hala güncelliğini korumaktadır. Ne yazıktır ki Türkiye'de her şey gibi şehirleşme kale alınmamaktadır.
Eminim Mardin Artuklu Üniversitesi'nde de konuyla ilgili bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Ama araştırmalarla uygulamalar arasındaki mesafenin alınamaması ve işbirliği eksikliği nedeniyle hala sorunlar yaşanmaktadır.
Yazdığım Yeşil enerji, Çevre, Turizm, Tarım toplumu olmak gibi köşe yazıları okunmadığı ve ciddiye alınmadığı için elimden gelen sadece "yazık, yazık" demekten öteye gitmemektedir.
"Ben Yalım, ne olacak halım " diyen Yalımı umarım yanlışlıkla Büyükşehir yapmazlar.
Durum sadece Mardin ile sınırlı değildir. Türkiye'nin birçok yerleşim biriminde benzer sorunlar yaşanmaktadır. Hiçbir kategoriye uymayan yerleşim birimleri mevcuttur. Mevcut yerleşim birimlerindeki uygulamaların tamamen rastlantısal, "Ben yaptım oldu." zihniyeti ile yapıldığı bir gerçektir. Örneğin 25 yıl önce taşındığım köy, İstanbulluların işgalinden sonra aniden mahalleye dönüşmüştür. Korkunç bir çevre sorunu yaşamaktadır. Kışın yazlıkçıların gitmesi ile mahallemiz tekrar köy hayatına dönmektedir. Zeytincilik ve tarım özellikle dünya standartlarında enginar üretilen bu yöre artık geçimini emlakçılık üzerinden sürdürmektedir. Zeytin ağacından çok kafe, bar ve restoran ile sürdürülebilirliğini perçinlemiştir.
Mardin örneğinde benzerlikler görülmektedir. Tarım bölgesi olan Mardin'in bazı bölgeleri büyükşehir olma çabası içinde bazı avantajlarını yitirmektedir. Kültürel ve tarihsel ayrışma, değişim yaşanmaktadır. Turizm adına gelişiyoruz zihniyeti ile şehirde kimlik kaybı yaşanmaktadır. Turizmi açalım, tanıtım yapalım, oramızı buramızı açalım derken hiçbir yerimizi kapatamayacak duruma düşmekten endişelenmekteyim. Son yazım da belirttiğim gibi bölgenin ciddi bir şekilde denetim ve korunmaya ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim.
KAYNAKÇA
*https://www.biyografya.com/biyografi/13096
*https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Kent-Kir-Nufus-Istatistikleri-2022-49755
*https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=49685#:~:text=%C4%B0l%20ve%20il%C3%A7e%20merkezlerinde%20ya%C5%9Fayanlar%C4%B1n,6%2C6'ya%20d%C3%BC%C5%9Ft%C3%BC
NESRİN AYKAÇ