İLHAN KARAÇAY


Kim milyoner olmak ister programı ve Türkler?in genel kültür değerlendirmesi


Kim milyoner olmak ister programı ve Türkler’in genel kültür değerlendirmesi

 

Genel Kültür’ü öğrenme sanatı:Otodidakt

İlhan KARAÇAY yazdı:

Televizyonda yayınlanan ‘Kim Milyoner Olmak İster’ adlı yarışma programını her defasında zevkle izliyorum. Başından bu yana çok değerli şöhretlerimizin sundukları bu programları izlerken çok kızdığım anlar da oluyor.
En çok kızdığım konu, ilk iki soru oluyor. Öyle saçma ve komik sorular ki, inanın konuşmayı yeni öğrenmiş çocukların bile rahatça cevap verebileceği komiklikte kolay sorular.
Hoş, bazen bu basit sorularda bile elenenler oluyor ama…

İkinci kategoride en çok kızdıklarım, kendilerinin ne kadar okumuş ne kadar bilmiş olduklarını ve bir milyona göz koyduklarını söyleyenlerin, ilk sorularda elenenlerdir.
Örneğin, öğretmenlik yapan bir yarışmacı, ‘malesef’ mi yazılır ‘maalesef’ mi sorusuna, ‘malesef’ yanıtını verince kızmamak mümkün mü?
Bir üniversiteli yarışmacı, Baltık Denizi’ne bakan başkentlerin, Avrupa’da mı, Asya’da mı, Güney veya Kuzey Amerika’da mı olduğu sorusunu bilemedi. Telefon jokerini kullandı, joker de ‘Avrupa’ dedi ve bildi.
Bir başka üniversiteli yarışmacı, ‘Benelüks ülkelerine, Almanya mı Danimarka mı komşudur’ gibi bir soruya cevap veremeyip çekildi. ‘Hangisini söylerdin’ sorusuna da ‘Danimarka’ cevabını verdi.
Bu insanlar dünya haritasını hiç incelememişler mi?
Kaldı ki biz çocuk iken, dünya haritası üzerinde yer bulmaca oynardık. Zor bulunur diye çok küçük yazıları seçenlere karşın, ben çok büyük yazıları seçerdim ve bulamazlardı, iyi mi?
Yine bir üniversiteli yarışmacı, güneşin doğuşundan önceki görüntünün ‘Tan’ seçeneği olduğunu bilemedi.
Yarışmacı koltuğuna oturduktan sonra kendini beğenmişlik yapanların, ilk sorularda nasıl elendiklerini görümce sadece kızmaz, ‘Yürrüüüüüüü’ diye de sevinirim.

Ha, bir şeye daha kızarım: Başlangıçtaki o kolay ve komik soruları hazırlayanlar, 4 veya 5’inci sorularda, çok kişinin bilemeyeceği sorular koyuyorlar.
‘Falan yabancı filmin rejisörü kimdi’ , ‘Falan dünya grubunun solisti kimdi’ veya ‘Falan yabancı filmde kim başrol oynamıştı’, ‘Falanca yabancı romanın yazarı kimdir’ gibi, Türk insanının ilgi alanı dışında konuları seçen yapımcılar, işi abartıyorlar.
Fotoğraf ile örneklediğim alttaki soruya bakar mısınız lütfen:
 Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, yazı

Aşağıdaki fotoğraf bir başka zorluğu sergiliyor.

Fotoğraf açıklaması yok.

Soru: ‘Varlık ve Zaman’ adlı eserin yazarı ve ‘Dil varlığın evidir’ sözünün sahibi olan Alman düşünür kimdir?
Seçenekler: A: Martin Heiddegger B: Arthur Schopenhauer C: Karl Marx D: Emile Durkheim.


Şimdi söyleyin Allah aşkına, bu soruya belki Almanya’da yaşayan genel kültürü iyi olan insanlar cevap verebilirler. Ama Türkiye’deki bir yarışmanın, kolay olan ön eleme soruları arasına böylesi bir soru nasıl girer? İşte bu nedenle de bu kez, programın sorularını hazırlayanlara çok kızıyorum.
Yukarıdaki soru bence, 15 bin liralık ödülden sonrası için uygun olmalıdır.

Yukarıda sözünü ettiğim soru ve gibileri, her ne kadar zor olsa da, bu yarışmaya katılanların çoğuna dikkat kesildiğiniz zaman, bir genel kültür eksikliği olduğuna şahit olursunuz.
İnsanlar, eğitim görmüş veya görmemiş olsunlar, genel kültürlerini artırmak için biraz gayret sarfetmeliler.
Genel kültürlerini zenginleştiren insanlara, eğitimine bakmaksızın ‘Otodidakt’ dendiğini daha önce yazmıştım.

 

BEN DE BİR OTODİDAKT’IM

 

Otodidakt’ın tanıtımını yapan yazılara geçmeden önce, sizlere azıcık kendimden söz etmek istiyorum.
Eeeee, Leonardo da Vinci bir otodidakt ise, naçizane bendeniz de otodidakt olduğumu neden gizleyeyim ki?

Bakın size birkaç örnek vereyim:
Hollanda’ya gelişimin ilk aylarıydı.
Leiden’de bir ailenin evinde pansiyoner idim. Ev sahibim Gerard, ‘Oğlum Almanya’dan gelecek’ misali bir bahane ile evden ayrılmam gerektiğini belirtmişti. Tabii ki anlayışla karşılamış ve bir oda aramaya başlamıştım.
Gerard bana ‘Gazeteye ilan verelim hemen buluruz’ demişti.
Ertesi gün Leidsedagblad gazetesinde ‘Ev ve oda arayanlar’ bölümünde bana ait ilanı gösterdi Gerard.
İlan metnini Gerard yazmıştı. İlandaki, ‘Algemeen ontwikkelde Turk zoekt een kamer’ sözünün ne anlama geldiğini sorduğum zaman, anlatılanı anlamadım. Sonra sözlük vasıtasıyla öğrendim.
İlanda yazılan şöyleydi: ‘Genel kültürlü Türk, bir oda arıyor’.
Gerard’a neden böyle yazdığını, beni megaloman zannedeceklerini söyleyince şu cevabı verdi:
‘Hayır hayır öyle değil. Bak İlhan, dilimizi bilmediğin halde, seninle her konu üzerinde anlaşılır bir şekilde sohbet edebiliyorum. Sen her konuda kendini geliştirmiş bir insansın. Göreceksin, dilimizi de çabuk öğreneceksin, çok başarılı da olacaksın.’
Bunlar tabii ki memnun edici sözlerdi.

İlan üzerine pek çok reaksiyon aldım. Reaksiyonlardan biri 100 km uzaktaki Middelburg kentinden gelmişti. Bir şatoya sahip olan iki kardeş mektup göndermişti. Gittik ve baktık. Şatoda kalacaktım. Ama bu kadar uzağa yerleşmeyi içime sindirememiştim.

Leiden’de bir apartman dairesinde ikamet eden Surinamlı biri ile anlaştım.
Bakanlıkta çalışan Surinamlı Burgust, bir sohbet sırasında bana, ‘İlhan, sen buralara neden geldin bilmiyorum. Seninle sohbet etmekten zevk alıyorum. Zira senin ile her konuyu, tarihi, coğrafyayı, siyaseti, futbolu, modayı, film dünyasını rahatça konuşabiliyorum. Göreceksin, sen böyle kalmayacaksın. Kendini daha da geliştirerek başarılı bir insan olacaksın.’
Bu sözler de beni çok mutlu etmişti.

Bir anı da Türkiye’den aktarayım.
Hollanda’dan Mersin’e tatile gitmiştik. Hürriyet Gazetesi ve TRT’de altın çağımı yaşıyordum.
İşletmekte olduğumuz turistik tesislerde, eski bir sınıf arkadaşım ile karşılaşmıştım. Babası, sebze halinde kabzımallık yapan ve limon bahçeleri olan arakadaşım bir ara bana şöyle dedi:
‘Vaaay be İlhan, okulda hiç de başarılı biri değildin. Ben ise sınıfın en çalışkan çocuğuydum. Sonra üniversiteye gittim ve gazetecilik bölümünü bitirdim. Ama gel gör ki, ben diplomalı gazeteci olmama rağmen şimdi limon satıyorum, sen ise çok ünlü bir gazeteci oldun.’
Ben de o zaman, ‘Eeeee, gazeteci olunmaz, doğulur’ lafını söylemek mecburiyetinde kaldım.

Yukarıda anlattıklarıma bakınca, bir insanın kendi kendini nasıl geliştireceğnin en iyi örneklerini görebiliriz. Yani, otodidakt sıfatına erişmek hiç de zor değilmiş.
Naçizane, gençlere tavsiyem: Siz de araştırmacılık yapın, kendinizi geliştirin ve genel kültürü zengin bir otodidakt olun.
İsterseniz, daha önce yayınlamış olduğum otodidakt konusuna bir daha bakalım:

Otodidakt;  Kendi kendinin öğretmeni
Otoditaktizm; Kendi kendine öğrenme…

Çoğunuz, ‘Nereden çıktı bu otodidakt kelimesi’ diye soracaksınız.
Malumunuz, Google Amca’da arama yaptığınız sürece, çok eğitimli olmasanız da, yani kartvizitinizdeki ismin önünde Prof., Dr., Drs., Mühendis, Avukat, Tarihçi veya Uzman etiketleri olmasa da, paye olarak ‘Otodidakt’ kelimesini hak etmiş olabilirsiniz. Yani kendi kendinizin öğretmeni olursunuz. Böylece de ‘Otodidakt’ etiketini kazanmış olursunuz.

Peki, gerçekten nereden çıktı bu ‘Otodidakt’ lafı?
Bakınız bu konuda Fatih Özsoy kardeşimiz ne yazmış:

Gezegenimizde bilgi çağının da ötesi zamanlarda yaşıyoruz artık. Sonsuz bilginin var olduğuna, her an, her yeni gün, gezegende ve evrende var olan bilgilerin katlanarak artmaya devam ettiğini yaşayarak öğreniyoruz.

Kitaplar, internet sayfaları, eğitimler ve daha birçok alan bilgi havuzlarını günden güne artırmaktadır. Peki insanoğlu tüm bu bilgilere hep bir öğretmen ya da öğretici ve yönlendirici aracılığı ile mi ulaşmaya çalışacak?
Çağın, zamanın gerektirdiği bilgi ve beceriler hızla değişmektedir. Dün beden gücü ile çalışacak bireyler gerekli iken, bugün belki de robot tasarlayıp, kodlamalar yapıp her şeyin daha mükemmele ulaşmasını sağlayacak bilgiler, beyinler gerekmektedir.

Birer cümle ile Otodidakt – Otoditaktizm nedir? sorusuna cevap verip, detaylı açıklamalar ile yazımıza devam edeceğiz.
Otodidakt kavramı, kısaca kendi kendinin öğretmeni anlamını içermekte iken, Otoditaktizm ise kendi kendine öğrenme olarak ifade edilebilmektedir.
Kelimenin köklerine inecek olursak; auto yani kendi, didaktikos yani öğretim anlamına gelmektedir.

Herhangi bir eğitim modeli ya da eğitici gerekmeksizin kendi kendine yapılan düşünme, araştırma ve çalışmalarla öğrenme modelidir. Derinlemesine düşünme, bilgilere ulaşmaya çalışma (kütüphane, deneyi internet), araştırma yapma gibi yöntemlerle bilgiyi öğrenme yolunu tercih etmektedirler.
Genel olarak, her noktadan, her kaynaktan bilgi edinmeye, anlamaya, bilgileri yorumlamaya çalışmaktadırlar.
Bilinenden daha çok, bilinmeyenleri, daha ne yapılabilir, daha ne olabilir sorularının peşinden yeni bilgilere koşuyorlar.
Yoğun öğrenme tutkusu, yeni bilgi öğrenme coşkusuna sahip olmaktadırlar.

Otodidaktizm ifadesi, kaynaklarda ilk olarak 1160’lı yıllarda Endülüslü Filozof Abu Baker Ibn Tufayl’in felsefi içerikli romanı Hayy’da yer almaktadır. Söz konusu kitapta, Marakeşli bir çocuğun kendi başına çeşitli aletler geliştirmesi ve doğa ile mücadelesi anlatılmaktadır. Kitabın ana mesajı ise “insanı geliştiren toplum ya da onun sözleşmeleri değil, yine insanın ta kendisidir” şeklindedir.

Herkes otodidakt olabilmektedir. Örneğin, 7 yaşındaki bir kız çocuğu, kitap ya da dergi sayfalarını karıştırıp okuyarak anlamaya çalışmakta ise, otodidaktik bir davranış gösterdiği ya da otodidakt bir eğilime sahip olduğunu ifade edebilmektedir.

Leonardo-da-vinci
Leonardo da Vinci’nin tarihteki en mühim otodidaklardan birisi olduğu bilinmektedir.
Günümüz koşulları neredeyse hepimizi birer otodidakt olma yoluna itmektedir.
Çünkü; Çağımızın gelişen teknolojisi, birbirinden farklı iş, hayat tarzı, yaşam biçimi veya alışkanlıklara kazanımızı zorunluluk haline getirebilmektedir. Her yeni gün değişen ve öğrenilmesi gereken bilgilerin yoğunluğu hızla artmaktadır. Çocuklarımızın henüz okul hayatları dahi başlamadan bir çok bilgi ve gereksinim hayatlarına dahil olmaktadır. Halihazırda kullanılan eğitim sistemimizin yöntemlerinin yeterliliği ile geçerliliği zamanla bitmektedir. ?

Otodidakt konusunda araştırma yapmış olan Ufuk Tarhan şunları yazmış:

Latince,  Auto = Kendi  ve  Didaktikos  = Öğretim  kelimelerinden  türemiş. Düşünerek, derinleşerek, hazmederek  odaklı  öğrenme  şekli.  Herhangi  bir okula,  eğitim  sistemine  bağlı  olmaksızın  kendi başına yapılan düşünmelerle, araştırmalarla, tartışmalarla, çalışmalarla öğrenme hali…

Otodidaktlar  çok  ama  çok düşünerek,  kütüphanelerde, web sitelerinde  araştırmalar, tasarımlar, deneyler, egzersizler vb. yaparak belirli bir  konuda, alanda  çok derinleşiyorlar.  Geliştirdikleri  bilgi ve deneyimi klasik, sınırlı eğitim sürelerinde ve yapılarında edinmek mümkün olmadığı için okuldan, arkadaşlarından, kardeşlerinden, uzmanlardan, mentorlardan öğreniyorlar, rehberlik alıyorlar.

Her  yerden,  her  kaynaktan  bilgi  emiyorlar,  süzüyorlar,  evirip,  çeviriyorlar.
Kendilerini  belirli  bir sisteme  bağlı  olmak  zorunda  hissetmiyorlar.
Hissetseler de  oralarda  tatmin  olmuyorlar.
Onları bilinenler değil, bilinmeyenler, daha ne olabilirler, ya olursalar çekiyor…

Tek kitlendikleri şey hakkında sınırsız  bilgi edinmek  istedikleri  konu  alan  oluyor.  Ötesi  onları  pek ilgilendirmiyor…
Kısacası  öğrenme tutkuları hiç bir engel tanımıyor, mazeret kabul etmiyor…
Ve  kabullendiğimiz  doğruların  aksine,  pek  çok  içeriği  aslında  bu  otodidakt  profiler  geliştiriyor, zenginleştiriyor. Çünkü onlar yayınlar, yapıyor, itirazlar ediyor, yorumlar yazıyor  ve  sürekli çomak sokuyor;  gelişimi  zorluyorlar…

Tarihten bilinen en önemli otodidaktlardan biri Leonardo da Vinci. Benim yakından tanıdığım iki üç örnek; Jacque Fresco ve Dr. Sadeg Faris. Her ikisi de sistemli  eğitimden  geçmemiş ancak en bilinen üniversitelerde dersler vermiş, ödüller, patentler almış, ‘dahi’ denen bilim insanları. 21. Yüzyılın en meşhur otodidaktlarından bir de mimar Tadao Ando.

Eminim şimdi düşününce sizler de pek çok otodidakt isim bulacak hatta kendinizin de bir otodidakt olduğuna hükmedeceksiniz… Ki eminim doğrudur… İçinde bulunduğumuz çağ otodidaktizmi kolaylaştırıyor, teşvik ediyor ve klasik öğrenme yollarını takviye ediyor…
Neden otodidaktizm?

1. Teknoloji, yeni farkındalıklar iş ve yaşam biçimlerini/alışkanlıklarını değiştirmeyi zorunlu kılıyor.

2. Bu nedenle değişim ve öğrenilmesi gereken şeylerin sayısı, kapsamı çok fazla ve çok hızlı artıyor.

3. Daha okulu, akademik literatürü gelişmeden pek çok konu hayatımıza giriveriyor.
Yepyeni ihtiyaçlar, sorunlar, fırsatlar, tehditler yaratıyor. Yani gitmek istesek de pek çok konunun okulu oluşamadan, sorusu, ihtiyacı oluşuyor…

4. Geleneksel eğitim içeriklerinin, yöntemlerinin, araçlarının çoğu kısa sürede işlevsizleşiyor.

5. Giderek artan hız ve çeşitlilikte, bilgiye, uzmana, kaynağa vb. erişim farklı ve çoklu kanallardan olanaklı ve kolay hale geliyor. Dijital kanallardan öğrenme olanakları ise tersine, kolaylaşıyor, çoğalıyor ve ucuzluyor.

6. Klasik kanallardan eğitim almak giderek pahalılaşıyor insanların geliri düşüyor ve aradaki makas,  açıldıkça açılıyor.

7. İnsanlar odaklanmak ve derinleşmek istedikleri alanlar dışında gereksiz şeyler öğrenmeye çalışarak vakit kaybetmek istemiyorlar. İşte bu nedenlerle diyorum ki gelişmek, değişmek isteyene artık bahane yok…
Yol ardına kadar açık. Üstelik de bu, zaten neredeyse antik çağlardan beri kullanılan
bir yöntemmiş… İlerleyelim:)
O zaman bu yüzyıla yeni bir isim daha takabiliriz… Otodidakt Çağı…