İSMAHAN ÇERİBAŞI


ÖKSÜZLÜĞÜM KÖKSÜZLÜĞÜMDENDİR

Kökünü bilmeyen, okumayan ve öğrenemeyen bir nesil göz önünde bulundurmak istiyorsanız Türkiye’de yetişen gençleri göz önüne alabilirsiniz.


ÖKSÜZLÜĞÜM KÖKSÜZLÜĞÜMDENDİR

(FULBRİGHT ANLAŞMASI)

Kökünü bilmeyen, okumayan ve öğrenemeyen bir nesil göz önünde bulundurmak istiyorsanız Türkiye’de yetişen gençleri göz önüne alabilirsiniz.

28.07.2024’ bir Pazar sohbetinde değerli bir abi ile muhabbetin dibini vuruyoruz. Kim evlenmiş, boşanmış, o bunu giymiş, şu şurada şununla görünmüş gibi magazinsel sohbetin tamamen dışında olduğumuz bu sohbette tabiri uygunsa eskilerin de dediği gibi devlet kurup devlet yıkıyoruz. Sohbetin sonunda 3 başlığı not alıp araştırmak üzere bir saatten fazla sohbetin defterini kapatıp kâğıt, kalemin başına geçiyorum… Tabi önceden üstün körü bildiğim(bilmek sayılmaz bu, haddini bil diyesim geldi kendi kendime) Fulbright anlaşmasını değerlendiriyoruz. Konu eğitimden çıkmıştı. Eğitim ile bu anlaşmanın ne alakası var? Demeyin diye şu şekilde, sizi anlatabilmek için çaba göstereyim…

Öncelikle konumuzu başlığımızda aldığımız Fulbright anlaşmanın, programın anlamını ve ne işe yaradığını sizlerle paylaşayım. Fulbrigt A.B.D’nin kültürler arası ilişkileri, diplomasiyi ve kültürler arası yetkinlikleri bilgi ve beceri alışverişi yoluyla geliştirmeyi amaçlayan programlarından biridir. Yani İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’nin eğitim sistemini (okullarda okutulacak müfredatları) belirleyen Amerikalılardan ve Türklerden oluşan bir komisyon, grup… Adını ne derseniz, deyin. 

İki yıl önce vefat eden Muhammet KABUÇU’nun yeni eğitim öğretim yılında yaptığı bir konuşma geliverdi aklıma; merhum hocam “yeni bir dönemde atacağınız tohumları, öğrendiğiniz bilgilerle yetiştirip yılsonunda bunun hasadını yapacaksınız.” Demişti… İyi niyetinden zerre şüphem yok ve her daim de rahmetle, minnetle andığım bir öğretmenimdir. (Allah rahmet eylesin) Hiç unutmadım bu sözlerini. Hepimiz okullara atılmış tohuımduk. Bahçıvanımız tabiri uygun değil belki ama çiftçimiz de okullardaki eğitmen sıfatıyla öğretmenlerimizdi. Hal böyleyken eğitimcilerin bizleri ne öğrettiği, ne aşıladığı önem arz etmez mi? Bu konu şurada durusun asıl konumuzu dağıtmadan geri dönelim…

Gençler bir vatanın, milletin geleceği demek değil midir? Okullara eğitimini alsın diye gönderdiğimiz bu vatana ektiğimiz tohumların; Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, Amerikalılardan oluşan bir komisyonun avuç içlerine mi bırakıldı? Elin gavuru bize ne verir? Ya da ne almak ister hiç düşündünüz mü? Neyse asıl soru neydi? Gençlerin eğitimi ABD’nin oluşturduğu komisyonun avuçlarının içinde mi?

Evet, aynen öyle. Fulbrigt’ın internetten ana sayfasına girip göz gezdirdiğiniz de Senatör J.William Fulbright ‘ın sözüne denk geliyorsunuz. İşte o söz; “Geleceğimiz yıldızlarda değil, akıllarımızda ve kalplerimizdedir. Birbirini tamamlayan yaratıcı liderlik ve çağdaş eğitim, insanoğlu için umut dolu bir geleceğe yönelik ilk gerekliliklerdir. 40 yıl önce Amerikan Senatosu’na önerme ayrıcalığını yaşadığım uluslararası burs programı, liderliği, öğrenmeyi ve kültürlerarası anlayışı geliştirmeyi hedeflemiştir ve halen hedeflemektedir. Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır, çünkü uluslararası ilişkilerin geçmişteki içi boş ve güce dayalı sistem yerine daha medeni, akılcı ve insani temeller üzerine kurulmasını başarmıştır. Ben bu işe başladığım zaman buna inandım ve hala inanıyorum.” Burada ki can alıcı söz nedir biliyor musunuz? “Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır” Bu. Paha biçilemez programın altında Türkiye’nin içten içe eğitim sistemin batırılması, yok edilmesi, öğrenemeyen, yok edilmeye mahkum gençlerin eğitim hayatı var. Farkında değil misiniz? Pazar sohbeti arasında bir örnek değerli abimden gelmişti. Bilmem kaç yıldır okulda dil dersi alıyoruz (İngilizce dersi ) hangi birimiz İngilizceyi okulda çözdük? Diye sordu. Doğru söze ne denir? 

Türkiye ve ABD arasında imzalanan bu anlaşma ve TBMM’nden geçip 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde çalışmalara başlamışlardır. Asıl merak ettiğim şey şu? O dönemden bu döneme Ecevit’in den tut, Erbakan’ına kadar… Darbe yapıp ülkenin başına geçenlerden tut, köy enstitüleri diye yırtınan insanlara kadar ve şuan ki mevcut hükümet. Bu anlaşma neden fesih edilemiyor ve biz hala neden Amerika’nın yazdığı tarihi okuyoruz. Neden hala onların bize dayattığı eğitim sistemini benimsiyoruz. Affedersiniz tuvaletini yapamayan adamları adabı öğretenler biz iken ne oldu da biz bu hale geldik düşünmez misiniz? Dönemin cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü bununla ABD’nin Türk devletinin içerisine nasıl sızdığını dair itiraf niteliğinde bir konuşması var. Lakin kaynağı olan Yön gazetesinin 1966 yılında ki 172. Sayfasını bulamadığım için şuan bunu aynen alıntı yapıyorum okumanız açısından; 

“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?

Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.

Bağımsızlık savaşından sonra Lozan’da asıl mücadele de bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa sınırlar zaten fiili durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda çözerdik. Bütün mücadele idaremize yapılmak istenen müdahale yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların neden ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim neden inatla red ettiğimizi biliyorlardı.

Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”

 

Bu arada komisyon üyelerine hiç girmiyorum ama en azından 8 üyenin 4’ü Amerikalı 4’nün de Türk olduğunu bilmeniz de fayda var. Unutmayın! Bakın. Fulbrigt’ın ana sayfasına. Hakkımızda bölümüne ve komisyon (kurucu) üyerine….sakın bana ne var işte Türkler de var’ Deyip şartellerimi attırtmayın.  Komisyonda ki ABD vatandaşı olan dört üyeden  ikisinin; yani elçilikte çalışan ikisinin CIA ajanı arasından seçilmiş olduğunu ayrıca anlatmama gerek var mı? Bilemiyorum. Düşünsenize iki ajanın Milli Eğitime sızdığını… Komisyon üyesi sıfatıyla eğitimci ya da öğrenci topladığını. Böyle birinin kendine ajan devşirmekte zorlanır mı? Bizim gençlerimiz nerede, nasıl aldatılıyor aklınız kesiyor mu? Bilemezsiniz. Hele şu at izinin it izine karıştığı kimin ne olduğu belli olmayan sistemin içindeyken… Bunları söylüyorum ki yarın dizinizi dövmeyin! Olur mu?

Yazmayayım, yazmayayım diyorum ama bazen deli damarım tutuyor ve isyan edesim geliyor. Kime nasıl yapacaksam… Osmanlı’yı kötüleyen, atasını bilmeyen, tarihini okumaktan aciz bir gençlik yetişiyor farkında değil misiniz? Sosyal medya rezaletinden geçilmiyor. Gençlerin bütün hayatı telefonda beğenilme derdindeler? Bunlara neden dur! denilmiyor. Bu eğitim sistemi ne zaman düzelecek?

Birinci sınıfa giden yeğenlerimi görüyorum harf harf okumayı öğrenmeye çalışıyorlar. Harf harf okumayı çalışan bir çocuğun zihninde ne gelişebilir. Allah aşkına! 

K harfini (kı,kı) keza a ve diğer harfleri de bu şekilde… Şimdi kalem kelimesin harf harf ayırın. k-a-l-e-m çocuk bu harflerin hepsini okuyor birleştir diyorsun yüzüne bakıyor… Hâlbuki ki ilk harfleri kavradıktan sonra hecelet bakalım ka-lem… Oku kalem… Yapmayın! Şu rezilliğe bir son verilsin. Üstte de söyledim; ortaokuldan üniversite dâhil olmak üzere okullarda İngilizce dersi veriliyor kaç kişi İngilizce biliyor?

İçinizde merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu bilen veyahut bir kere dinleyen oldu mu? Kendisi eğitimde ki bu bozulmayı; ”1945’e kadar İngiltere’nin sömürgesiydik. 1945’ten sonra ABD’nin sömürgesi olduk. Milli Şef İsmet İnönü 1947 tarihinde yaptığı resmi (Fulbright) anlaşması ile Türk Milli Eğitim sistemini ABD’lilere teslim etti” diye açıklıyor. Ve sizlerden ricam aksakallı bu bilge adamı dinlemeniz. Bizlerin üzerinde (Türklerin ve eğitim sitemin) oynanan ve hiç bitmeyen, bitmeyecek olan bu düzensizlikleri bir nebze olsun duyun.

 

Aklımda bir soru daha var ama desem mi demesem mi diye düşünüyorum lakin saklamak olmaz. En azından kulağınızı kar suyu kaçırmış olayım. Siz kendiniz bir araştırma zahmetine girerseniz muhakkak okuyun, en azından bir göz gezdirin. Lütfen!

Öksüzlüğünüze üzülüp kökünüzü öğrenmekten, öğretmekten vazgeçmeyin. Unutmayın bizim en büyük öksüzlüğümüz KÖKSÜZLÜĞÜMÜZ… Kökünü bilmeyen hiçbir şey bilmez. Aldatmayın kendinizi. Sizlerden neleri, neden saklıyorlar. Sizlere ne öğretiyorlar, ne aşılmaya çalışıyorlar bir bakın? Çocuklarınız okullarda neler öğreniyor dikkat edin? En azından çocuklarınızın tarih kitaplarını göz gezdirin. 

(Not: Bu yazıda alıntı yapılmıştır)

 

Ismahan ÇERİBAŞI